İktisat Hareketi bir kadro hareketidir. İnsanların istikameti ve bilgi birimi birikimi ile ilgilenir.

TCMB Anonim Şirketi

Modern ekonominin en büyük kurumsal açmazı içinde bulunduğu Borca Dayalı Para sistemidir

Modern ekonomi ve onun ayrılmaz bir parçası olan mali/finans sistemi üzerine yaptığımız irdelemelerde şunu görürüz. Modern ekonominin en büyük kurumsal açmazı içinde bulunduğu Borca Dayalı Para sistemidir. Bu eksende geçen haftaki analizimizde “hile” olarak tanımladığımız bir illüzyondan bahsettik. Kısaca tekrar edersek, bankalar, temelde var olmayan bir parayı borç (kredi) olarak vermektedirler. Dolayısıyla bu yapı onlara müthiş bir hükmetme ve hakim olma yetkisini de birlikte getirmiştir. Bu çerçevede siyasi söylemler ile fiili uygulamalar arasındaki fark da burada yatar.

Aslında bankacılık sisteminin burada kullandığı, daha doğru bir deyimle istismar ettiği olgu, toplumun tek yönlü olarak otoriteye karşı gösterdiği güven duygusudur. Genelde insanlar ellerinde tuttuğu “para”nın ne olduğunu sorgulamadıkları gibi banka hesap cüzdanlarındaki paranın da bankada eksiksiz mevcut olduğunu varsayarlar. İşte modern para sisteminin sağlamlığı bu güvenin istismarı üzerinde bina edilmektedir. Bu istismar açığa çıktığı anda bütün sistem göçer.

Aynı şekilde merkez bankaları, Borca Dayalı Para Sistemi’ni beslemek ve dengelemek için benzer prensiplerle kurulmuştur. TC Merkez Bankası da değişik hissedarlara sahip bir anonim şirket olarak kurulmuştur. TCMB Anonim Şirketi bir bakıma bir KİT’tir ve ürettiği mal ise piyasadaki ticari faaliyetlerde (en geniş anlamda) kullandığımız “para”dır. Bu Anonim şirket, malı (bastığı para) ile piyasanın ihtiyacını giderir. Ancak bu ihtiyaç giderme karşılıksız olmaz. TCMB Anonim Şirketi ürettiği parayı piyasaya borç olarak verir, yani faiz karşılığında “para”sını satar. Üretilen her banknot, üzerinde yazılı miktar kadar borcu ifade eder. Bu mekanizma borca dayalı para sisteminin bir gereğidir. Dünyadaki hemen hemen bütün merkez bankaları bu sisteme göre çalışırlar. Çeşitli kriterlere göre (bazen de hiçbir kriter olmaksızın) para üreterek (basarak) piyasaya faiz karşılığında satarlar, yani borç verirler. Bu nedenle, döviz kuru ve faiz ayarlamaları modern merkez bankalarının ellerindeki en güçlü piyasaya müdahale araçlarıdır. Ülkemizde de şu anda yapılmaya çalışılan bundan çok farklı bir şey değildir.

Elbette merkez bankalarının bu temel işleminin dışında yapmış olduğu bir çok regülatif ve teknik işlemleri de vardır. Bizim burada irdelediğimiz nokta ise sistemin varoluş temelini ifade eder ki bu en önce irdelenip sorgulanması gereken bir noktadır. Çünkü olaya bu yönünden baktığımızda sorgulamamız gereken bir dizi sorun ile karşı karşıya kalırız.

Bu çarpıklık ortaya çıkınca herşeyden önce sorulması gereken şudur: Böyle bir sistem ile çalışmak zorunda mıyız? Elbette hayır. Ancak böyle bir sisteme adeta kolumuzu kaptırmış durumdayız. Kayıtsız kalıp devam edersek reel ekonomik problemlerimizi çözemeyeceğimiz gibi çok ciddi ve kaçınılmaz bir mali kriz ile karşı karşıya kalırız. Zaten halihazırda dünyanın içinde bulunduğu mali krizin ana sebeplerinden en önemlisi de budur. Bu tür krizlerin “dışavurum”u sonucunda neler olabileceğini uzak doğuda gördük. Bu nedenle sorun radikal bir yaklaşımla çözülmesi gerekmektedir. Gecikme, mücadele edilecek canavarı her geçen gün büyütmektedir.

Görüldüğü gibi olayı bu şekilde açtığımız takdirde tartışılması gereken daha bir çok konu ile karşı karşıya geliyoruz. Merkez bankalarının statüsü, paranın yeniden tanımlanması, yatırımların finansmanı, kalkınma vb. gibi tartışılacak birçok konu ortaya çıkmaktadır. Bu konular çözülemeyecek konular değildir. Yeter ki işe doğru yerden başlanılsın.

Ama bugün bu konuların konuşulmasından ve tartışılmasından çok uzaktayız. Bugün yaptığımız tartışmalar uygulamaların neticeleri üzerinedir. Yani konuşulanlar binanın kiremitlerinin şekli, dokusu ve rengidir. Lakin binanın temeli ve o temel üzerine oturtulan kolon ve kirişler konuşulmuyor. Bir kriz -bir deprem- anında sistemi tutacak olan kiremitler değil temeller, kolon ve kirişlerdir. Bunlar sağlam olmaz da bina yıkılırsa hepimiz altında kalırız.

Selam ve Sevgilerimle…

Prof. Dr. Mete Gündoğan

Bir yanıt yazın