Altın; paranın, menkul değeri ile itibari değerinin en yakın olduğu ve tarih boyunca en uzun süre kullanıldığı maden cevheridir.
Değerleme kolaylığı nedeniyle toplumlar parayı, altın ve gümüş gibi kıymetli madenlerden üretmeyi tercih ediyorlardı. İnsanlar temel ihtiyaçlarının çoğunu doğal yollardan, ücret ödemeden karşılayabildiklerinden daha hacimli ekonomik faaliyetlerinde altın-paranın değer saklama fonksiyonundan yararlanabiliyorlardı.
Toprağa bağlı yaşam biçimlerinde ekip biçerek, hayvancılıkla geçim sağlanırdı. Kaynak sularına, hayvan beslemek için otlaklara herhangi bir ücret vs ödenmezdi. Fakat; kentlileşmenin artması ve yaygınlaşması ile yeme içme gibi temel ihtiyaçlar da sektörel hal almıştır. İnsanlar, geçimlerini sürdürebilmeleri için en temel ihtiyaçlarını karşılamada bile altınlarını yanlarında taşımak zorunda kaldılar.
Böylece; altın/paranın küçük parçalara bölünerek günlük ihtiyaçları karşılama gereksinimi, fiziki altınların kuyumcuların himayesinde tutulmasının yolunu açmıştır. Zamanla; insanlar, altınlarını kuyumculara teslim ederek, karşılığında para olarak kullanılan “alındı fişi/makbuz” almışlardır. Ve “altına dayalı fişler” pazara girmiştir.
Kuyumculara emanet edilen altınların karşılığında teslim alınan, “alındı fişleri” mal ve hizmetlerin değişiminde kullanılıyordu. Genel anlamda altın, gümüş vb metallere çevrilebilen kuyumcu “alındı fişleri” para işlevi görmeye başlamıştır. İsteyen fişini kuyumcuya götürür altınını geri alırdı; isteyen ise pazardan mal ve hizmet ihtiyacını karşılardı. Bu fişlerin işlevsel olarak şimdiki karşılığı banknotlardır. Banknot; “banka notu” anlamına gelen, günümüzde kullandığımız kağıt paralardır.
Banknotların karşılığı var mıdır?
Fiziki olarak herhangi bir kıymetli maden karşılığı yoktur. Ancak; devlet kefaleti, ipotekli ve rehinli mallar bir nevi karşılık olarak görülebilir. Bu varlıklar, direkt paranın üretilmesi amacıyla verilmiş varlıklar değildir. Sadece; ihtiyaçların karşılanmasının kefaleti olarak edinilen borçlardır..
Paranın (banknotun) değerinin altın veya gümüş gibi kıymetli madenlere bağlanması ve para arzının hükümetlerin altın rezervleriyle sınırlandırılması olarak tanımlanan ve 1821’den itibaren uygulanan altın standardı dünyanın önde gelen ekonomilerinde 1920’li ve 1970’li yıllarına kadar kullanılmıştır. Bu dönemden sonra ise; paranın altına dayalı üretimi iptal edilerek, karşılıksız şekilde kullanımı cari hale getirilmiştir.
Altın standardının terk edilmesinden sonra II. Dünya Savaşı sırasında Temmuz 1944’te gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler, Para ve Finans konferansında sadece ABD Doları (USD)’nın altına ve diğer para birimlerinin de USD’ye endekslendiği bir sistem olan Bretton Woods dönemi başlamıştır. Bu sistemle paranın değeri, altına bağlı değil; halkın o ülkenin merkez bankasının ya da yetkili otoritesinin, paranın arzını çok hızlı artırmayacağına ve bu para biriminin değerini koruyabileceğine olan inancına bağlı olarak işletilmektedir.
Günümüzde para, banknot ihracı imtiyazına sahip merkez bankaları tarafından ihraç edilmektedir. Paranın değeri bu kuruluşların para politikalarıyla doğru orantılı olarak seyretmektedir. Dolayısıyla paranın değeriyle birlikte altın ve gümüş gibi kıymetli madenlerin değerleri de manipule edilebilir haldedir. Manipule edilemediği noktalarda ise enflasyon muhasebesi gibi vergi uygulamalarıyla altın ve kıymetli maden piyasaları sekteröl olarak, edilgen hale getirilmiştir.
Bu tip vergi uygulamalarını; döviz büroları ve bankaların yabancı para stoklarında göremiyoruz. Göremeyiz, çünkü; bunun ana nedeni devletlerin borçlanma biçimidir. Vergi politikaları, borçlanma biçimlerine bağımlı olarak düzenlenir. Nasıl ki; devletlerin dış borcu rezerv para (Usd) üzerinden değişmiyorsa; finans kurumlarının da yabancı para stoklarında enflasyon farkını gerektiren bir fiili durum yaşanmıyor.
Böylece yabancı para stokları için enflasyon muhasebesi uygulanmazken; yerli ve yabancı paralar karşısında sürekli değer kazanan altın ve kıymetli madenlerde uygulanarak, altın ve kıymetli madenlerle yapılan ticaret tahakküm altında tutulmaktadır. Altına dayalı sistemin başarılı bir şekilde uygulanabilmesi için öncesinde bu tür bozuk uygulamaların düzeltilmesi lazımdır. Bunun için de sistem içerisinde faizin kesinlikle barınmaması gereklidir.
Dünya konjonktüründe, finansal sistem tıkanmıştır, çökmüştür. Bunun farkında olan piyasa yapıcılar dijitalleşme marifetiyle tüketime dayalı yeni bir endeks oluşturma çabasındadırlar. Mevcut borca dayalı sistem ile kaçınılmaz olarak oluşan “Kaydi Paralar” hazırda kullanılmakta olan dijital paraların sadece bir çeşididir. Ancak; bu tür kaydi paraların muhatabı durumundaki finans kurumları; bu sorumluluğu, kripto Paralar ve blockchain marifeti ile üzerlerinden atmak üzereler.
Kaydi Para durumu nedir?
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası kayıtlarına bakıldığında 4 Ocak itibariyle, toplam mevduatlar yaklaşık 2.116 Milyar TL’dir. Ancak piyasada dolaşan banknot toplamı, sadece 133 Milyar TL’dir. Kaydi paraların, basılı paraya oranı 1/16’dır. Yani; bankada görünen paranızın sadece 16’da 1’i basılı olarak vardır/gerçektir. Kalan kısmın karşılığı yoktur/sanaldır. Zira; basılı ya da kaydi paraların karşılıklarının da sadece borçlar olduğundan bahsetmiştim. Nitekim; sadece borçlanma taahhüdüyle bu paralara sahip olunabilir. Borçlanmak için de kişilerin alış veriş koşulu vardır. Bu da ayrıca bir analiz konusudur. Nitekim; ev, arsa, araba, makine ve tesis gibi hacimli alım-satım işlemlerinde bankalar bu varlıklara dayalı olarak hiç yoktan kredi oluştururlar.
Dolayısıyla; sanal bir şekilde oluşturulmuş borç kayıtlarına değer atfedilerek; “kredi” tanımlaması kapsamında finans kurumları lehine kıymet tesis edilir. Bu kayıtların lehtarı durumundaki kişilere de “mevduat” tanımlaması yapılır. Kredi ya da mevduatı ifade eden değere de “kaydi para” deniyor. Bu anlamda; mevcut mevduatların karşılığının olmaması gayet doğaldır. Çünkü; borç dediğimiz şey zaten karşılığı fiziken var olmayan şeylerdir. Sadece; ileri bir zamana taahhütlerdir.
Ülkemiz üzerine uygulanan ekonomik baskıların altında yatan temel neden, yukarıda bahsettiğimiz 1/16’lık oranı düşürme yönlü sıkıştırmalardır. Bu sıkıştırmaların sonucunda, olağan üstü gündemler meydana getirilerek, spekülatif yaklaşımlarla bu oranın arttırılması zorlanmaktadır.
O halde, herhangi bir varlığa dayalı olmayan iktisadi bir anlayışın yerine, ülkemizin sahip olduğu kıymetli öz varlıklara dayalı bir anlayışın inşa edilmesi makuldür.
Borç kaydıyla oluşturulmuş bu tip suni değerler yerine, rezervlerimizde bulunan altın vb kıymetli madenleri kullanarak yeni bir anlayışın kapıları aralanabilir. Altına dayalı bir model yaklaşımı, sahip olunan altının; basit bir hesapla (miktar x fiyat x oran) olduğu yeni bir iktisadi açılımı gerçekleştirebilir. Basılı para miktarı ile altın miktarı arasındaki oran da bu yaklaşımı destekler niteliktedir.
Altının gram fiyatının, sanal değerleri kapsama potansiyeli, altının asıl değerini karşılamaktadır. Bu karşılıklar, egemen ülkelerinin canhıraş bir şekilde altın toplamalarının da dinamiğidir. Altın madeninin finansallaşma yolunda sahip olduğu esneme potansiyeli dikkate alındığında, sistemin değer üretmesi de oldukça rahat olacaktır. Bu modelin uygulanması konusunda ilk/öncü olunabilirse; bu yaklaşımın doğal sonucu olarak ülkeye yüksek miktarda altın girişi sağlanabilecektir. Y
ine bu yaklaşım, doğru kodlanır, faiz ve türevlerinden de; arındırılabilirse ekonomik baskılara karşı çözümler üretir ve hazinemiz ihya olur.
Tabi; ülkemizin bir altın-para finans merkezi haline gelmesini arzuluyorsak…
Sadık USLU