Son günlerdeki Blockchain Matematiği üzerine yazmış olduğum yazıların insicamından olacak ki; 18 yıl önce okuduğum bir kitaptan birebir notunu aldığım, Laplace’nin şu sözü aklıma geliverdi.
“Eğer biz evreni meydana getiren bütün noktaların durumunu ve hareketlerini bilseydik; aklımız da bunları bir denkleme sokacak kadar güçlü olsaydı geçmişi ve geleceği kolayca hesaplayabilirdik.”
Elbette, ileri bir iddia. Bunu, belki evreni anlayabilme çabası içeren felsefi bir yaklaşım olarak kabul edebiliriz. Laplace; bu iddiasına en azından şirk ya da mutlaklık içermeyen bir şerh koymuş: ”aklımız da bunları denkleme sokacak kadar güçlü olsaydı” diyerek.
İşte; bilim insanı olabilmenin referanslarından biri de teorilerinin bu tip hassasiyetler içermesidir. Bilim etiği de bunu gerektirir. Buraya kadar Laplace’nin önermesini eski algım üzere yorumlamış oldum.
Şimdiki kaynaklarda Laplace’nin Şeytanı olarak tanımlanan bu yaklaşımın içeriği vikipedi’de çok daha farklı ya da farklılaştırılmış görünüyor. Kovulmuş şeytanı övercesine (*1)
(Hangi kaynağın doğru olduğu konusunda net bir ifadede bulunamam. Ancak; 18 yıl önceki okuduğum ifadeler yukarıdaki gibi ihtiyat içeriyordu.) Bu örnek; tevafuken fark ettiğim, yaklaşık bir jenerasyonda, sanal yöntemler kullanılarak, zıtlıkların algılarımızda nasıl anlamdaş hale getirildiğini göstermesi bakımından önemliydi.
Bu zaman kıyaslamasını bir kenara bırakırsak; önermeye, bir matematikçi ve gökbilimcinin kendi ilmi çerçevesinde geçmişi ve geleceği anlayabilme/algılayabilme kapasitesinin en geniş tahayyülü, diyebiliriz.
Zira; tüm ilimlerin yaratıcısı, alemlerin Rabbi olan Allah (cc)’tır.
“Yerin bitirdiği şeylerden, insanların kendilerinden ve (daha) bilemedikleri (nice) şeylerden, bütün çiftleri yaratanın şanı yücedir.” [Yasin:36]
“Güneş de kendi yörüngesinde akıp gitmektedir. Bu, mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen Allah’ın takdiri (düzenlemesi)dir.” [Yasin:38]
Hiç bir bilim adamının gelecek öngörüsü, tam olarak isabet etmemiştir. Edemez de…
Çünkü; tüm bilimler içinde bulundukları zamanı, konumu, fiziki ve teknik şartların içinden filizlenir. Geleceğe yönelik güçlü bir zamansal sapmaya tabidir. Dolayısıyla; bilim, gaybın karşısında acizdir. Tıpkı çocukluk dönemi heves ve hayallerimizin, yetişkinlik dönemi heves ve hayallerimizle örtüşmediği gibi… Tatlı bir damak tadı, bazen de dejavu hissi verir, o kadar. Bunlar da daha çok geçmişe yönelik hislerdir.
Normal şartlarda, asırlar öncesi dönemlerden bugünün tahmininin beklenmeyeceği gibi, bugün de 100 yıl sonra ne olacağının tahmininin mümkün olmaması gerekirdi. Bu nedenle normal şartlarda ifadesi kullanıyorum. Çünkü; şartlar normal değil…
Stratejistler nasıl biliyor?
Bu kadar ilim ehline rağmen; eğer, bir kısım stratejist ve yahut komplo teorisyenlerinin gelecek projeksiyonları isabet ediyorsa; o toplum için yoldan çıkarılmış ya da kontrol altına alınmıştır, diyebilirsiniz. Bu kimseler; rahmani refleksler ve okumalar yapan insanlar olabileceği gibi, topluma sürekli korku pompalayan, gelecek tasarımcılarının sözcüleri durumundaki kimseler de olabilirler.
Çünkü; kaderin olağan akışında gelecek öngörülerinin tutmayacağını iyi bilen firavuni akıl; “Yeni Dünya Düzeni” dedikleri nizamlarını sürekli hakim kılmak için, en az 100 yıllık planlar yapmışlardır. Bu planlarını “gayb” üzerine inşaa etme cüretinde ısrar ederler.
Yine bu firavunlar; Allah’ın tüm kullarının geleceğini teminat altında tuttuğu zamansal gayba, muhalif/suni yöntemler geliştirdiler. Çünkü; gayb, özünde geleceğin temin edilmesi hikmetini de içerir, saklı tutar. Mazlum milletlerin/toplumların geleceğine kalkan olur.
Hz. Musa’nın yıkılmakta olan duvarı ücret almadan tamir etmesi gibi…
Dünya’yı tarumar eden firavunların zulmüne karşı, tüm mazlum, mağdur insanlık geleceğin gaybına sığınabilmişlerdi…
“Duvar ise, şehirde iki öksüz çocuğundu, altında onlara ait bir define vardı; babaları salih biriydi. Rabbin diledi ki, onlar erginlik çağına erişsinler ve kendi definelerini çıkarsınlar; (bu,) Rabbinden bir rahmettir. Bunları ben, kendi işim olarak yapmadım. İşte, senin sabır göstermeye güç yetiremediğin şeylerin yorumu.” [Kehf:82]
…
Sadık USLU