Bizim Mehmet’i çok uzun zamanlardan beri tanırım. Ya da tanıdığımı sanırım. Benimle her görüşmesinde güncel ekonomi ile ilgili sorular sorardı.
Sorduğu sorular da öyle aman aman zor sorular değildi. Konuyu anlamaya yönelik sorulardı. Bu soruların başında da enflasyon gelirdi. Enflasyonun ne demek olduğunu anlamaya çalışırdı. Tabi ne de olsa kendisini birebir ilgilendiren bir konuydu.
Çarşı pazardaki fiyatların sürekli artmasından rahatsızdı. Çünkü geliri aynı oranda sürekli olarak artmazdı. Dolayısıyla da alım gücü azalırdı. Onun için de gelip ne olduğunu öğrenmeye çalışırdı. Sorular sorar ve çeşitli karşılaştırmalar yapardı.
Hatta Bizim Mehmet’in konuyla ilgili şu şekildeki karşılaştırmalarına bayılırdım. Eskiden (diyelim ki 1996 yılında) bir asgari ücret ile 12 çeyrek altın alıyorduk, şimdi (diyelim ki 2016’lı yıllar) 6 çeyrek altın ancak alabiliyoruz.
Tabi çeyrek altın Bizim Mehmet’in hayatında önemli bir yer tutar. Düğünlerde, nişanlarda, her çeşit kutlamalarda takılan bir takıdır. Bir tasarruf aracıdır.
Ev ya da araba alınacağı zaman da o çeyrek altınlar bozdurulur. Onun için çeyrek altın kıyaslamaları gayet mantıklıdır.
Çeyrek altının yanı sıra, asgari ücret hesabını tüp üzerinden de yapardı. Artık her yer doğalgaza geçince tüp karşılaştırmasını pek duymaz oldum kendisinden.
Sonra, Bizim Mehmet’in en önemli sorusu IMF’ye ilişkin sorulardı. IMF’ye olan borcumuzun ne zaman biteceğini veya bitip bitmeyeceğini sorardı.
Lakin son üç dört yıldır Bizim Mehmet’te acayip gelişmeler fark ediyorum. Artık soruları nitelik değiştirdi. Önceden denk geldiğimizde hemen “Ne olacak” sorularını sorardı. Bir numaralı soruları “Dolar ne olacak veya altın ne olacak” sorularıydı.
Şimdilerde ise bu tip soruların yanı sıra kendisi “ne olduğunu” anlatmaya başladı. Hatta bazı konuları o kadar güzel anlatıyor ki bana sadece dinlemek ve onaylamak düşüyor. Soruyorum, “Mehmet sen bunları nereden öğrendin” diye.
Bana çeşitli videolardan bahsediyor. YouTube kanallarından veya belgesellerden tavsiyelerde bulunuyor. Olayları anlamış ve çözümlemiş gibi bir havası var.
Her seferinde aynı olayı birbiriyle çelişen farklı açılardan anlatıyor ama olsun. Kendisinde bir özgüven oluşmuş. “Olayı biliyorum” özgüveni oluşmuş. Hatta zaman zaman bir özgüven patlaması dahi görebiliyorum.
Bizim Mehmet’teki bu gelişmeyi önemsiyorum. Çünkü bu gelişme bizim geleceğimizi de etkileyebilecek bir gelişme.
Şöyle düşünelim. Önceleri fikirler ve yorumlar belli ideolojik eksenler üzerinden yayılırdı. O eksenlerin ekonomi önderleri, siyasi önderleri, dini önderleri vs. vs. hemen hemen her alanda önderleri olurdu.
Bu önderlerin hepsi de o ideolojik eksenin etrafında şekillenirdi. Örneğin Bizim Mehmet hangi ideolojik eksene yakınlık hissederse o eksenin önderlerinin fikirleri ile olgunlaşırdı.
Sevinçleri, üzüntüleri, heyecanları, ümitleri hep o eksen doğrultusunda gelişir ve değişirdi.
Lakin şimdilerde öyle eksenler kaybolmaya başladı. Dolayısıyla liderler de değişti. Daha doğrusu ideolojik eksenlerin yerini sosyal mecralar almaya başladı.
Hangi sosyal mecrada iseniz, aradığınız sorunun cevabını veren veya konuyu anlatan onlarca videolar oluştu ve oluşturuluyor. Bazen birbirinin kopyası bazen de zıddı. Ama hiç önemli değil. Hepsi, o sosyal mecranın size sunduğu öğretiler.
Hatta bu işin ne kadar ileri gidebileceğini ABD’de zenci George Floyd’un ölümü ile patlak veren olaylarda gördük. Olaylar kontrolden çıkmaya başlayınca Facebook mecrası Trump Hükümeti’nden yana bir akış oluşturdu. Twitter ise Hükümete karşı bir akışı tercih etti. Bundan dolayı da Trump Twitter’ı kapatmakla tehdit etti.
Kısacası, artık ideolojik eksenler ve onların etrafında konuşlanmış liderler yok, sosyal mecralar var. Bu mecralar insanları yetiştiriyor ve değiştiriyor. Zihinlerini etkiliyor.
Dolayısıyla da bu mecraların aidiyeti, çözümlenmesi gereken bir problem olmaya başladı. İşte Bizim Mehmet’te de bu mecraların oluşturduğu bir değişim ve gelişime şahit oluyorum.
Son sıralarda Bizim Mehmet sistemi sorguluyor. Daha doğrusu sistemdeki açıkları çok güzel bir şekilde anlıyor ve anlatmaya çalışıyor. Ancak zihni karma karışık.
Kafasında her sorunun cevabı var. Ancak bu cevaplar hep birlikte bir kurgu oluşturmuyor.
Bu olayı şuna benzetiyorum.
Diyelim ki çok basit bir ev yapacaksınız ve ev için gerekli bütün malzemeleri aldınız ve bir araya koydunuz.
Kapılar, pencereler, tuğlalar, duvarlar, tavanlar, parkeler, fayanslar, lavabolar… ne lazımsa hepsi var.
Bir şekilde de yan yana getiriyorsunuz ama ev olmuyor. Neden? Çünkü ev için zihninizde bir kurgunuzun olması lazım.
Sonra o kurgunun bir mimariye dönüşmesi lazım. Sonra o mimarinin hesaplarının yapılması lazım.
Ondan sonra o hesaplamalara göre malzemelerin alınması lazım. En sonunda da uygulamanın yapılması lazım.
İşte bütün bunlara zihni referanslar diyebiliriz. Soruların cevaplarını bu referanslara göre oluşturmak gerekiyor. Bu referanslar olmazsa her kapı kapı olmayacağı gibi her ev de ev olmuyor.
Peki, bütün bunları niçin anlatıyorum?
Birincisi, Bizim Mehmet’in “bizim” olmaktan çıkabileceği korkusu oluştu bende!
Bu, detaylı olarak konuşulması ve düşünülmesi gereken bir konudur. Yabana atılmaması gereken bir korkudur.
İkincisi, Bizim Mehmet artık sistem sorgulaması da yapmaya başlamış. Bunun ise iyi bir şey olduğunu düşünüyorum. Çünkü içinde bulunduğumuz küresel sistem “bize ait” olan bir sistem değil.
Bizim Mehmet’in bunu sorgulaması ve neticede reddetmesi iyi bir şey olur.
Lakin bir eksiklik var. O da referansların eksikliği. Bizim Mehmet’in bize ait olan referanslara ihtiyacı var. İşte o referansların bir mimari gibi verilmesi gerekiyor.
Somut bir örnek vereyim. Son görüşmemizde Bizim Mehmet, Merkez Bankası’nın rezervlerinin eksiye düştüğünü ve ekonomik durumun çok kötü olduğunu anlatmaya çalıştı.
Ben de kendisine, Merkez Bankası’nın rezervinin ne olduğunu sordum. “Altın ve döviz” dedi. Sonra da esas olanın ABD doları olduğunu söyledi.
Bu sefer kendisine, eksi de olsa artı da olsa işlerin bir şekilde yürüdüğünü gördüğümüzü söyledim.
Merkez Bankası’nın rezervleri artı olunca nasıl piyasada para tedavül ediyorsa, eksi olunca da tedavül ediyor dedim.
Akabinde Bizim Mehmet’e şu soruyu sordum:
Peki, Merkez Bankası’nda hiç rezerv diye bir şey olmasa ne olur? Nasıl olur?
Tabi böyle bir soru karşısında birkaç şey söylemeye çalıştı. Belli ki takip ettiği sosyal mecrada böyle bir soruya denk gelmemişti.
Daha sonra da “Hocam ben bu sorunuzun cevabını biraz düşüneyim sonra konuşuruz olur mu?” diye sordu. Ben de tabi neden olmasın dedim.
Şimdi merak ediyorum. Bakalım Bizim Mehmet bir dahaki görüşmemizde nasıl bir cevap ile gelecek. Cevabını hep birlikte müzakere ederiz.
Vesselam
Prof. Dr. Mete Gündoğan
…
Bu makalem 20 Temmuz 2020 tarihinde IndependentTükçe sitesinde yayınlanmıştır…