BDPS, ‘Borca Dayalı Para Sistemi’ ifadesinin kısaltılmış halidir. İçinde bulunduğumuz para kredi sistemini sonuçları ile birlikte ifade eder.
Burada, sistemin tamamen faize dayalı olduğunu anlatmak için ‘Borca Dayalı…’ ifadesini kullanmayı tercih ediyorum. Bu tercihimin iki gerekçesi var. Birincisi, mevcut finansal yapıda her borç zaten faiz taşır. Dolayısıyla mevcut finansal yapıda borç ifadesi faiz ifadesini çağrıştırır. İkincisi, ola ki faiz oranları sıfır oldu (günümüzde örnekleri var) ya da faize faiz denmiyor (nema, kâr payı gibi), o takdirde de yapılan işlemler itibarıyla faizin hala hüküm sürdüğüne işaret edebilmekteyiz.
BDPS, içinde bulunduğumuz Batı merkezli para-kredi sisteminin şu an itibarıyla ulaşabildiği son noktayı ifade eder. Ancak bilinmelidir ki bu bir süreçtir ve gelişimi, değişimi devam etmektedir. Bu gelişim ve değişim, ülkedeki mevzuatın değişim ve gelişimidir! Ancak hayatımızdaki her şeyi etkilemektedir. Parayla, maliyetle ölçülen her şey, BDPS’nin içerisindedir.
BDPS ana hatları ile nasıl çalışıyor?
Ülkemizde paranın piyasaya girişi iki aşamada olmaktadır. Birinci aşamada, merkez bankası parayı basıp borç olarak (faiz karşılığında) bankalara vermektedir. Bunu birinci şekilde olduğu gibi gösteriyoruz. Merkez bankası piyasaya M kadar para veriyor. Bunu faiziyle geriye istiyor. Başlangıç noktasını düşünürsek; M veriyor ve geriye Mx(1+i)n istiyor! Bu matematiksel olarak mümkün değildir. Çünkü her zaman geri istenen miktar, verilen miktardan daha büyüktür [M < M(1+i)n]. Bu da bütün işlemleri sürekli olarak sistemin kölesi haline dönüştürür. Neticede böylelikle, sürekli bir borç-faiz-borç sarmalı içerisine düşülmüş olunur.
İkinci aşamada, bankalar kendilerinde var olmayan parayı havadan ‘yaratarak’ piyasaya borç diye (faiz karşılığında) vermektedir. Bankalar bunu ülkelere göre değişik mevzuatlarla yapmaktadırlar. Merkez bankasının sisteme verdiği parayı k kadar artırmaktadırlar.
Ülkemizdeki kabaca verilere göre ifade edersek, merkez bankası piyasaya 100 milyar lira para verirken, bankalar 1 trilyon 500 milyar lira kredi veriyor! Pekiyi bankalar 1 trilyon 400 milyar lirayı nereden buluyor da veriyor? İşte ikinci aşamada sorgulanması gereken konu da budur.
Bankaların sistemdeki fonksiyonu nedir?
Her zaman ifade ettiğimiz gibi, bankalar kredi verdikleri anda havadan para yaratmış olurlar. İfadeyi bu şekilde kullanmamızın sebebi, bankaların finansal aracı kurumlar olmadığını ve kredi verme rutinleri ile para yarattıklarını anlatmak içindir. Yani bankalar, kendilerinde var olan parayı ödünç isteyenlere veren aracı kurumlar değil bizzat parayı havadan yaratan kurumlardır. Birçok yazı ve konuşmalarımızda bu ‘yaratma’ hususunu oldukça net bir şekilde ifade ettik ve ediyoruz. Dolayısıyla bankaların, kredi verebilmeleri için kendilerine para girişi olması gerekmemektedir. Matematiksel olarak da böyle bir gereklilik saçmadır. Bankalar, kredi verme rutinleri ile parayı havadan yaratırlar. Onun için de birinci aşamada M kadar para yaratıldı ise, ikinci aşamada bankaların kredi rutinleri ile bunun kat be katı kredi/para [Mx(k-1)] olarak yaratılmış olur.
Bankaların para yaratması ile ilgili değişik teoriler vardır. Werner bunları üç başlık altında toplamıştır. Detaylar için bu sitede Türkçe ve İngilizce olarak var olan makalesini inceleyebilirsiniz. Ülkemizdeki bankacılık rutinini anlamak açısından Kısmi Rezerv Teorisi üzerinde birkaç şey söylemek gerekir.
Kısmi Rezerv Teorisi nedir?
Bu tür teorilerin ya da ifadelerin tanımı çok farklılıklar içerilir. Örneğin Werner bu teorinin tanımını ve işlevini, meşhur ekonomist Samuelson’un (1948) kitabından alır. Samuelson’un tanımına göre; her müstakil banka para yaratma kabiliyeti olmayan bir finansal aracı kurumdur. Ancak bankacılık sistemi birlikte bir bütün olarak, ‘para çarpanı’ ile para yaratma gücüne sahiptir. Nitekim bu sitede var olan makalesinde anlattığı deneyde, bir bankanın kendisine hiçbir yeni mevduat yatırılmadığı halde €200.000,00 kredi verdiğini göstermiştir. Yani bankalar finansal aracılar değil bizzat para yaratan kurumlardır. Bunu ispat etmiştir.
Ülkemizde bankaların para yaratması nasıl gerçekleşiyor?
Bankalar finansal aracı kurumlar değildir, kredi rutinleri ile para yaratmaktadırlar. Ülkemizdeki uygulamaları gösterirken, Kısmi Rezerv Sisteminde yapılan işlevleri kullanmamızda bir sakınca yoktur.
Bizim, bankaların nasıl para yarattıkları ile ilgili tarifimiz mevcut hukuki düzenlemeleri de içerir. Ülkemizde halihazırda sadece merkez bankasının bastığı para resmen tedavül eder. Mevduat munzam karşılığı uygulaması ile bankalar topladıkları mevduatın belli bir yüzdesini merkez bankasına yatırmak zorundadır. Dahası, sahip olduğu varlıkların (ki buna mevduatlar da dahildir!) belli bir oranından daha fazla borç (kredi) veremez. Bütün bunları şu şekilde göstermek mümkündür.
Şimdi bu bildiğimiz şekle bakarsak, zorunlu karşılıklardan dolayı, kısmi rezerv sistemindeki işlemleri bankaların nasıl uyguladıklarını daha da detaylandıralım. Bankaların bu işlemleri hem düz (A) hem de ters (B) olarak uygulayabildiklerini görürüz. Biliyorsunuz banka, gelen paranın belli bir oranını ayırıp zorunlu karşılık olarak merkez bankasına veriyor. Kalanını da kredi olarak talep edene (tabi bankanın uygun göreceği şartlar yerine geldiğinde) veriyor.
Örneğin (A: düz şekli ile), 100 lira geldi. Zorunlu karşılık %10 ise, 10 lirayı merkez bankasına yatırdı, kalan 90’ı kredi olarak verdi. Bu, mevzuatın elverdiği şekilde böyle devam etti. Bu şekilde para piyasasında belli bir para çoğalması oluştu. Bu durumda geometrik olarak azalan şekilde bir para çoğalması oluşur. Buna para çarpanı da denir.
Şekilde B örneğinde olduğu gibi bankalar mekanizmayı tersten de işletebilmektedirler. Yani, A örneğinde yapılanın matematik olarak tersi uygulanır. Diyelim ki banka, kendisine gelen 100 liranın tamamını ‘zorunlu karşılık’ olarak Merkez Bankasına yatırır. (Tabi, farklı oranlarda da yapabilir!) Böylelikle, bana 1000 lira yatırıldı demiş olur! Pekiyi 1000 lira nerede diye sorarsanız, o da size teminatlı kredi kontratını gösterir. O kontratta, düzenli olarak ayda kaç para ve faiz geleceğini gösteren bir müşteri ödeme planı vardır. O da bankanın varlığına yazılır.
Tabi bankalar her iki şekille de çalışınca, ‘para çarpanı’ diye bir şey ortada kalmamış demektir! Bu iki (A ve B) örnekle anlatılınca, bankaların her halükarda havadan para yarattıkları görülür.
Aslında bunun için kendilerine bir para yatırılmasına da gerek yoktur ama ülkemizdeki mevzuat bu karşılıkları ister. Aynı zamanda, ülkemizdeki mevzuat, bir bankanın ne kadar para yaratacağını varlıkları ile orantılı olarak sınırlamaya çalışmaktadır. Yani bu işlemler sonsuza kadar sınırsız gider de diyemeyiz. Mevzuat her zaman, para/kredi akışlarını kontrol etmeye çalışır. Bu konuda ne kadar başarılı oldukları ise hala tartışmalıdır.
BDPS ifadesi nasıl oluştu?
Bu ifade anonim bir ifade değildir. ‘Borca Dayalı Para Sistemi’ ifadesini ilk defa Vadi Yayınlarından 1997 yılında çıkan ‘Refah Toplumu’ isimli kitabımda kullandım. (Refah Toplumu, Sayfa 67) Bu ifade o zamana kadar ne ülkemizde ne de yurt dışında herhangi bir çalışmada kullanılmamıştır. Bu ifade bana ait bir ifadedir. Daha sonraki makalelerimde de konuyu işleyip geliştirdim. Makalelerimi topladığım Keşif Yayınlarından 2001 yılında çıkan kitabımın adını da Borca Dayalı Para Sistemi koydum. Yine 2009 yılında Keşif Yayınlarından çıkan ‘Sonun Başlangıcı’ adlı kitabımın da ilk bölümü Borca Dayalı Para Sistemi’dir. Bunun dışında da birçok makale, yazı ve konferanslarımda konuyu işledim.
Elbette bu konular daha da geliştirilecek ve birçok kişi çalışmalara katılacaktır. Farklı tanımlamalar ve gösterimler olacaktır. BDPS çalışmalarımı beğenen de olacaktır beğenmeyip eleştiren de. Bunlar gayet makuldür. Makul olmayan şey, çalışmaların başkaları tarafından sahiplenmek ya da başkalarına sahiplendirmek için yapılacak işlerdir. Bir nevi rol kapma işleridir. Böyle işlerin, hukuki süreç doğuracağı aşikârdır.
Bu çalışmalarda esinlendiğiniz başka çalışmalar ve araştırmacılar oldu mu?
Elbette oldu. En büyük esin ve motivasyon kaynağım, Kur’an-ı Kerim’dir.
Bakara Suresi 278. ve 279. Ayetlerde Cenab-ı Allah şöyle buyurur:
‘Ey iman edenler! Allah’tan korkun. Eğer gerçekten inanıyorsanız mevcut faiz alacaklarınızı terkedin. Eğer böyle yapmazsanız, Allah ve Rasûlüyle savaşa girdiğinizi bilin. Eğer tövbe edecek olursanız, ana paralarınız sizindir. Böylece siz ne başkalarına haksızlık etmiş olursunuz, ne de başkaları size haksızlık etmiş olur. (Bakara: 278-279)’
Ana hatlarıyla buradan anlıyoruz ki faizi terk etmek imanın bir parçasıdır. Faizle iştigal edenler de Allah ve Rasulü ile harp halindedir.
İşte bunlar müthiş ifadelerdir. Her Müslümanın bu ifadeler karşısında safını belirleyip mücadeleye hemen girmesi gerekir. Ben de öyle yaptım. Faiz ve faiz lobilerine karşı mücadele için, elimden geleni yapıyorum ve yapmaya da devam edeceğim.
Bu ön açıklamamdan sonra şunları da ifade edebilirim. Bu çalışmalara İngiltere’de 1989 yılında başlamadan önce, Adil Ekonomik Düzen çalışmalarını takip ediyordum ve hala da takip ediyorum. İngiltere’de ise bu konularda bana en çok David M Pidcock ve Ken Palmerton yardımcı olmuştur. Yine onların vesilesiyle katıldığım ve edindiğim; birçok çalışma ve arkadaşlarım var. Konu ile ilgili iyi bir kütüphanem ve irtibat portföyüm var. Genelde özgeçmişimde özel hobilerim kısmında şu ifadeler her zaman yer alır: Klasik ekonomistleri okumak ve özellikle de üretimin finansmanı konusunda 1700-1930 yılları arasındaki ekonomi temelli tartışmaları okuyup analiz etmek (C.H. Douglas, F. Soddy, H.N. Smith, I. Fisher, H. Thornton, Ricardo, Marks, Malthus vb. gibi). Para politikaları ile Mali politikaları arasındaki bağlantıları çalışmak.
Bu çalışmalardaki esas amacınız nedir?
Ekonomi çalışmalarım, benim akademik çalışmalarımın yanısıra bir yan dal çalışmamdır. Ancak, bu çalışmaların esas amacı, hepimizi sömüren ve her türlü belanın yatağı olan faize ve faizcilere karşı mücadele etmektir. Bu mücadele ile de Allah’ın rızasına mazhar olacağıma dair inancım tamdır.
Selam sevgi ve saygılar.
…
Prof. Dr. Mete Gündoğan