İktisat Hareketi bir kadro hareketidir. İnsanların istikameti ve bilgi birimi birikimi ile ilgilenir.

Devlet yönetimi bir tercih yapmak zorunda!

Korona pandemisi bu zamana kadar tavsiye edilen bütün ekonomik öğretileri yerle bir etti.

Bu beklenmedik salgın karşısında her ülke geçmişte yaşadığı tecrübelerine ve bilgi birikimlerine göre kendi çözümlerini üretmeye çalışıyor.

Bunlardan en belirgin olanı da Amerika’nın yaptıkları. Buna Avrupa’nın önde gelen devletlerini de ekleyebiliriz. Kısaca yaptıkları işi ‘para basmak’ olarak ifade edebiliriz.

2008 küresel finans krizinden önce FED’in bilançosundaki aktiflerin miktarı 870 milyar dolar (yaklaşık 0,9 trilyon dolar) olarak gözüküyordu. O tarihten geriye doğru yirmi yıla baktığımızda bu aktifler yıllara sari olarak gayet makul bir şekilde (ortalama 0,35) artış gösteriyordu.

Ancak o küresel krizden sonra uygulanan para politikalarıyla artış füze gibi katlanarak gerçekleşmeye başladı. Bu rakam 2014-2018 arası 4,5 trilyon dolar civarında tutulmuş ve 2019 yılında 3,8 trilyon dolara gerilemişti.

Eğilim aşağıya doğru giderken bu sefer korona pandemisi ile rakamlar tekrar çıldırdı ve kısa zamanda 6 trilyon dolara dayandı. Daha da artacağa benziyor.

Kısaca söylemek gerekirse, Amerika bu krizi atlatabilmek için sürekli para basıyor. Diğer ülkeler de öyle.

Türkiyemizde ise korkak davranılıyor. Basılan miktar çok kısıtlı ve hiçbir işe yaramıyor. Adeta bir ‘bekle ve gör’ politikası takip ediliyor. Halbuki böyle durumlarda devletin başındaki kişilerin para-kredi sisteminin felsefesini bile sorgulayacak kabiliyette olması gerekir. Lakin Merkez Bankası’nın başındaki kişilerin bu sorgulamaları yapmasını bekleyemeyiz. Onlar mevcut paradigma içerisinde kalarak mücadele ederler ve öyle yapacaklardır.

Tavsiyeleri de mevcut sistem içerisinde olacaktır. Ötesini beklemiyoruz.

Onlar, gemisini sürekli iç denizlerde ve yakın yollarda kullanmış bir kaptan gibidirler. Bildikleri veya öğretildikleri gibi hareket edeceklerdir. Bu da gayet anlaşılabilir bir durumdur. Öğretilmiş çaresizlik bu tabloyu izah eder. 

Ancak geminin ve hedeflerin sahibi kaptan değil patrondur. Yani devletin tepe yönetimidir. Stratejiyi devletin tepesi belirler. Taktikleri bakanlar üretir. Operasyonları kurumların başındaki şahıslar oluşturur. Bu açıdan sorumluluk stratejiktir. İlk hareket stratejinin belirlenmesidir. Böyle bir durumda, aslına bakarsanız, devletin önünde iki stratejik seçenek vardır. Ya enflasyonist bir politika belirleyecek ya da deflasyonist bir politika.

Bu ikisinden birini tercih etmek zorunda. Bir üçüncüsü yok. İhtiyatlı davranayım ikisinden bir karma yapayım derse de olmaz. Konjonktür ona müsait değil. 2008 sonrası olmuş olsaydı belki olabilir derdik. Ama bu durumda değil. Olmaz.

Enflasyonist politikalar demek, para basmak demektir. Devlet parayı basıp piyasaya verecek. Şirketlere ve vatandaşlarına verecek. Tabi hangi taktik süreçlerle verecek, onu bakanlar tayin edecektir. Operasyonların nasıl yürütüleceğini de kurumların başındakiler belirleyecektir.

İşte strateji, taktik ve operasyon bu şekilde icra edilir. Tabidir ki, birbirleri ile uyumlu olacak şekilde icra edilir. Bu yol seçildiği takdirde elbette fiyatlar artacaktır. Fakat mal ve hizmet üretimi de devam edecektir. Yani piyasada hem para hem de mal ve hizmetler dönebilecektir. İş ve aş olacaktır. Bu olağanüstü durum geçtikten sonra, piyasada mal ve hizmet karşılığında para denkliğini sağlamak birkaç yıllık sıkı para politikası meselesidir. O kadar. İki bilemediniz üç yılda piyasadaki dengeyi tekrar oluşturabilirsiniz.

Peki, deflasyonist bir politika takip ederseniz ne olur?

Zaten şu anda ülkemizde takip edilen politikalar deflasyonist eğilimli politikalardır. Tabi önce deflasyon ne demektir onu kısaca açıklayalım. Deflasyon, mal ve hizmetlerin fiyatlarında genel olarak düşüş olması demektir. Tabi bu düşüşün nereden kaynaklandığına bağlı olarak deflasyonun iyi veya kötü olduğunu söyleyebiliriz.

Eğer mal ve hizmetlerdeki ürün çeşitliliği sebebiyle fiyatlar düşüyorsa buna iyi deflasyon diyebiliriz. Bir çeşit rekabetten dolayı fiyatların gerilemesi iyidir. Lakin günümüzdeki olağanüstü durum korona pandemisidir. Diğer bir ifade ile iyi deflasyon beklentimiz yoktur.

Diğer yandan, eğer mal ve hizmetlerdeki fiyat düşüşü iflaslar ve işyeri kapatmaları dolayısıyla olacaksa, bu kötü bir deflasyon olur. Hem de çok kötü. Tezgahlar kapanıyor, iş yerleri kapılarına kilit vuruyor, işsizlik artıyor demektir. Bu durum, reel ekonomik sistemde ciddi bir çöküş anlamına gelir. Önce, var olan ürünler ‘batan geminin malları’ diye ucuza satılır. Ama sonra ayakta kalan şirketlerin yapacağı üretim çok kısıtlı olacağı için fiyatlar füze gibi artar.

Kısa bir müddet deflasyon ama sonrasında büyük bir enflasyon ile tekrar karşı karşıya kalırsınız. Üretimde ciddi bir çöküş olacağı için, insanların tekrar iş hayatına girmesi ve pandemi öncesi hale ulaşması için minimum 10 yıla ihtiyacınız olur. Ülkemiz şartlarında bu durum 15-20 yıl demektir. Sanırım böyle bir sonucu hiçbir devlet yönetimi istemez. 

Netice itibarıyla, bu pandemiyi atlatmak için, devletin önünde iki seçenek var.

Birincisi, para basıp şirketlere ve vatandaşlarına vermek. Bunun olumsuzluklarını, bir iki yıl gibi kısa bir zamanda giderir. Sıkı para politikaları ile giderir.

İkincisi, para basmayıp ‘bekle gör politikaları’ ile ‘dayanışmalar ve sabırlar’ ile süreci atlatmak.

Eninde sonunda yine enflasyon ile karşı karşıya gelir. Ancak bu sefer sadece enflasyon ile değil çökmüş bir reel sektör ile de baş başa kalır. Üretimin yeniden canlandırılması ve yüksek enflasyonun giderilmesi 15-20 yılı alır. 

Evet, işte böyle.

Devlet yönetiminin önündeki tercihler bunlar. Neyi seçiyorsanız, bilerek seçin. Sonra, sürprizlerle karşılaşmamış olursunuz.

Vesselam…
Prof. Dr. Mete Gündoğan

Bu makalem 7 Nisan 2020 tarihinde İndepentedTükçe sitesinde yayınlanmıştır…

.

Bir yanıt yazın