Korumalı kur mevduat hesaplarına karşı tepkiler yükselmeye başladı.
Rakamlar netleştikçe, halkın büyük bir kesimi, bizim vergilerimiz parası olana gidiyor diye tepki vermeye başladı. Yapılan hesaplamalara göre üç aylık halkın vergileri ile ödenecek olan faiz ve kur farkı 42 milyar TL. Bu maliyetin yaklaşık yıllık olarak yansıyacağı rakam 450 milyar TL olarak hesaplandı.
Bunun ne anlama geldiğini detaylandırmadan önce, şunun altını çizmek gerekiyor.
Bugün hükümetin uyguladığı kur korumalı mevduat hesabı, üzerine sadece bir ek yapılmış olup bu koruma faiz geliri elde edenlerin lehine güçlendirilmiştir. Uygulanan ekopolitik tercihler, faiz korumalı mevduat şeklinde hep vardı. Şimdi hükümet, buna faiz geliri elde edenler az kazanıyormuş gibi kur korumalı mevduatı getirdi. Oysa burada vergi düzenlemesi yaparak kur patlamalarını engelleyebilirdi. Bunun tercih edilmeyişi, parası olanların daha çok para kazandırılarak zenginleşmesinin önünün açılması demektir.
Şimdi gelelim, hükümetin bu konudaki kur garantili mevduat hesaplarının getireceği maliyete.
Haklı olarak bunun maliyeti yoğun eleştirilere neden oluyor. Çünkü bu maliyet vergiler üzerinden halka ödettiriliyor. Akaryakıta gelen zamlar işte bu bedel ödettirmenin gerçek nedeni olarak karşımıza çıkıyor. Peki burada kur garantili mevduata karşı çıkan, vergilerin buraya gidemeyeceğini, bunun anayasaya götürülmesi gerektiğini söyleyen muhalif kesimin ekonomistleri ne kadar samimi?
Biz onların samimi olmadığına inanıyoruz.
Söyledikleri vergilerin bir avuç azınlığa bu şeklide aktarılamayacağı tepkilerinde de samimi değiller. Çünkü kur korumalı mevduata itiraz eden, faiz korumalı mevduata da itiraz etmesi gerekir. Vergiler faiz korumalı mevduata da gidiyor. Dürüst ve ahlaklıysanız önce buraya itiraz edeceksiniz. Bu işin başı ve sömürünün temel kalemi faiz korumalı mevduatlardır.
Daha bütçe hazırlanırken faiz ödemeleri milletin sırtına vurulurken, bunun sürdürülebilir olması gerektiği şeklinde politik öneriler yapan sözde bu itiraz eden ekonomistler dürüst değildir. Biz iktidarın ekonomik politikalarını eleştirirken yanlışlarında ayrım yapmıyor, milletimizin ve devletimizin aleyhinde olan tüm tercihleri eleştiriyoruz.
Vergi, kur korumalı mevduat üzerinden ödenemez diyenler, önce vergilerin faiz korumalı mevduatlar üzerinden de ödenmemesi gerektiğini cesaretle söylemeleri gerekir. Millet için bir şey yapmak isteyen varsa, bunda adaleti elden bırakmayacak şekilde yapmalıdır.
Görünen o ki İktidar, borç ekonomisini sürdürmekte kararlı.
Muhalefet iktidarın borç politikalarını eleştirmiyor. Sadece borçlanmayı sürdürülebilir bir hal ile bunu yap diyor. Muhalefet arada; israf, adalet demokrasiyi de sıkıştırsa gerçekte söylediği muhalefetin budur. Çünkü parti programlarında halkı ve devleti borçlandırmaya devam edeceklerini bunu sürdürülebilir kılacaklarını söylerler. Bu partiler, mutabakat metni altına imza atan, halk için sözde kurtuluş reçeteleri öneren siyasi partilerdir. Hazırladıkları mutabakat metnine, İstanbul Sözleşmesini şimdilik Saadet Partisini küstürmemek adına koymayan CHP, Saadet Partisinin %1 oy alan siyasi partinin %1 devlet desteği almasına evet diyebilmiş. Ama ilginç olan %3 barajı yine demokrasiden adaletten bahsederek mangalda kül bırakmayan bu altı parti (CHP, SP, GP, DEVA, İP, DP) milletin %2,99 oyunu alan siyasi partiyi meclise sokmama kararı aldılar.
Bu çok açık biçimde, adalet demokrasi konusunda, mecliste adil biçime halkın temsil edilmesi hususunda samimi olmadıklarını göstermektedir.
Aslında burada partilerin diktatörlüğünün sürdürülmesinin istendiği çok açıktır.
Milletvekillerinin halkla buluşması istenmiyor. Partilerin, halkı ayrıştırarak oluşturduğu siyasi sınırların değişmesi istenmiyor. Başka bir ifadeyle, parlamenter sisteme dönüş ile Kuvayı Milliye ruhunu oluşturan ilk meclis yapısının oluşması asla istemiyorlar. Çünkü o zaman mecliste partilerin gücü değil, gerçekten milletten yetkiyi almış tam bağımsız karar verebilen milletvekillerinin kararları hakim olacak gerçeği ile yüzleşecekler.
Selam ve dua ile…
…
Yunus EKŞİ