Detaylarını bilmesek de hepimizin aklında kalan, Duyun-u Umumiye’nin çok kötü bir şey olduğudur.
Pekiyi nedir Duyun-u Umumiye?
Hatırlatalım.
Batı iki sanayi devrimini tamamlayıp mal ve hizmet üretimini artırınca gözünü doğal olarak Osmanlı pazarlarına dikmişti. Osmanlı toprakları aynı zamanda enerji kaynakları açısından da çok büyük önem arz ediyordu. Merkezde güçlü, birlik ve beraberlik içerisinde olan bir Osmanlı Devleti onların işine gelmiyordu.
Yeni bir ekonomi politik tasarımın gerçekleştirilebilmesi için Osmanlı’nın ya tamamen kontrol altına alınması ya da çökertilmesi gerekiyordu. Bu süreç içerisinde Osmanlının üç safhada çökertildiğini görüyoruz. Bu safhaları ana hatları ile şu şekilde ifade edebiliriz; Osmanlı’nın borçlandırılması, Osmanlı’yı Osmanlı yapan kadroların tasfiye edilmesi ve son olarak da Osmanlı’nın savaşa sokulması. Nitekim savaşın sonunda Osmanlı tamamen yok edilmiş oldu.
Özellikle 1853-1856 Kırım Savaşları, Osmanlı Maliyesi üzerinde yıkıcı bir etki yapmıştı. Yüce Osmanlı Devleti Kırım Savaşı’na Paris ve Londra borsalarından edinilen borç parayla girmişti. Borçlanma zamanla öyle bir arttı ki artık Osmanlı Hükümetleri ödeme gücünün olup olmadığına dahi bakmıyordu. Borçlanabilmeyi, diğer bir ifade ile borç yönetimini başarı olarak görüyordu. Bu durum borç verenlerin de işine geliyordu. Çünkü Osmanlı hem yeni bir “gelişmekte olan pazar” idi hem de sanayi devrimlerinin birikimi olan tasarruflar bir şekilde değerlendiriliyordu. Bu ‘tasarruflar’, yüksek faiz ödemeleri ile Osmanlı’ya borç olarak transfer ediliyordu.
1875 yılına gelindiğinde Yüce Osmanlı Devletinin dış borcu 200 milyon sterline ulaşmıştı. Bu borcu kısa zamanda ödeyecek imkânı yoktu. 1876 Mart ayında ise Osmanlı, devasa dış borçlarını kendi takvimine göre ödeyeceğini açıkladı ve buna göre düzenlemelere başladı. Ancak bunu beğenmeyen dış mihraklar Osmanlı’ya gereken dersi vermekte gecikmediler.
Önce borçlanmak zorunda bırakılan Osmanlı, ardından borç-faiz mikrobu ile “hasta adam” haline getirilmişti. Daha sonra kontrollü olarak tasfiye sürecine sokulmuştu. Bu tasfiye sürecini yönetenler, kaynak ve destek bulmakta zorluk çekmediler. Çünkü, Osmanlı üzerinde her yabancı kesimin kendine göre hesapları ve idealleri vardı.
İşte bu işlemlerin denetimi ile görevlendirilen kuruluşa Düyun-u Umumiye yani “Osmanlı Kamu Borçları İdaresi” adı verilmiştir. Görünürde Osmanlı Maliye Bakanlığı’na bağlı olan Düyun-u Umumiye gerçekte ondan bağımsız bir kuruluş olarak çalışmaktaydı. Çünkü Düyun-u Umumiye’nin yönetici kadrosu alacaklı ülkelerdeki hissedarlar tarafından seçiliyor ve onlara karşı sorumlu bulunuyordu. 1881’de Düyun-u Umumiye’nin 300’ü aşkın alacaklısı vardı.
1911’e gelindiğinde Düyun-u Umumiye’nin görevli kadrosu 8931 kişiyi bulmuştu ki Osmanlı Maliye Bakanlığı’nda bu kadar memur yoktu. Dahası bu kuruluş, Devletin siyasal, toplumsal ve iktisadi hayatında büyük nüfuz sahibi olacak kadar güçlenmişti. O kadar ki, artık Düyun-u Umumiye kefil olmazsa, Osmanlı kolay kolay yabancılardan yeni borç dahi alamıyordu.
Neticede Osmanlının pazarları, borçlandırılarak kontrol altına alınmıştır. Bir ülkede pazarların kontrol edilmesi demek, bütün ülkedeki mal ve hizmet üretiminin kontrol edilmesi demektir. Diğer bir ifade ile, ülkede yaşayan herkesin yaşam standartlarının kontrol altına alınması demektir.
Tabi iş bununla da kalmamış ve paralel bir süreç olan ‘kadroların tasfiyesi’ de gerçekleştirilmiştir. Kadroların tasfiye edilmesi operasyonu birçok şekilde olabilir. Bu süreçte hemen hemen her şeklin kullanıldığına şahit oluyoruz.
Batılılaşma, taklitçilik, yabancılaşma ve ahlaksızlık ile bu süreç takviye edilmiştir. İdari kadrolar kendi özlerinden koparılarak yabancılara hizmet eder hale getirilmiştir.
Emanet ile ehliyet arasındaki bağ neredeyse tamamen koparılmıştır. Devlete, millete hizmet makamları ‘emanet’ makamlardır. Makamlar kalıcı, hizmetkârları ise geçicidir. Bundan dolayı da bu makamlar, hizmet edecek kişiler için emanettirler. Ancak emanetin ehil insanların elinde olması şarttır. Bu dönemde yaşanan yoğun kadro hareketleri neticesinde, ehliyetin yerini ‘sahibine, kavmine veya lobisine liyakat’ almıştır. Bu da bir devletin kıyameti için yeterli bir gerekçe oluşturmaktadır.
1914 yılında hiç lüzumu yokken Yüce Osmanlı Devleti İttihat ve Terakki kumpasında Birinci Dünya Harbine sokuldu. Harbin sonunda müttefikleri ile birlikte yenik düşen Osmanlı bu sefer Sevr Entrikalarıyla boğulmaya çalışılmıştır.
Şimdi buraya kadarlık kısmı bir özetleyelim.
- Osmanlı borçlandırıldı. Borç para ya da günümüz ifadesiyle sıcak para gelecek diye her şey mübah (yapılabilir, uygun) görüldü.
- Alacaklılar devletin gelirlerine el koydu.
- Kötü gidişata direnebilecek kadrolar tasfiye edildi.
- Bir oldubitti ile harbe sokuldu.
- Parçalandı, yok edildi.
Şimdi günümüze baktığımızda, sonuçlardan hareketle, bu senaryonun nicelik olarak farklı ama nitelik olarak aynı olduğunu söyleyebiliriz. İsterseniz gelin birlikte bakalım.
- Günümüzde de ülkemiz borçlandırıldı ve hala da inanılmaz bir şekilde borçlandırılıyor. Mevcut sistem Borca Dayalı Para Sistemidir ve bu şekliyle borçlanma sistemleştirildi. Borçlar çeşitli finansal aracı kurumlar vasıtasıyla dünyanın her yerinden alınıyor. Bu işlemler değişik bir jargon ile ifade edildiği için vatandaşlarımız tam olarak ne olduğunu anlayamıyor. Bu konuda iki örnek vereyim.
Hazine sürekli dış borçlanmaya gidiyor. Bunların küçük bir örneği, 29 Nisan 2016 tarihinde (Hazine Müsteşarlığı Basın Duyurusu 2016/60) 1.5 milyar dolarlık Eurobond ihracı ile gerçekleşti. Yani, BNP Paribas, Goldman Sachs ve JP Morgan Securities aracılığıyla 1.5 milyar dolar borç aldık. Faizi %6,625, geri ödeme tarihi 2045. Faiz ödemeleri 6 ayda bir. Daha da açık bir ifade ile, aldığımız 1,5 milyar dolar için 30 yıl boyunca geriye 8milyar 702milyon dolar ödeyeceğiz! Bu şekilde bizden sonraki nesilleri bile borçlandırıyoruz.
Diğer bir örnek, sıcak para için her şeyin mübah görülmesidir. Parası ve ekonomiye katkısı olacak olan insanlara ülkemizde vatandaşlık veriyoruz. Tabi, daha iyi anlaşılabilmesi için, bunu şu şekilde ifade etmemiz lazım. Para karşılığında vatandaşlık satıyoruz. Şimdi bu vatana, uğruna can verenler ile para verenler, herhalde aynı duygu ve düşüncelerle sahip olmayacaktır! Varın gerisini siz düşünün.
- Duyun-u Umumiye bazı gelirlere el koyuyordu. Bugün de devletin gelirlerinin önemli bir kısmı alacaklılara gidiyor. Çünkü borç ödüyoruz. Hatta artık o dereceye geldi ki gelirler kaynağında kesiliyor! Bugün, diyelim ki köprü yaptırıyoruz. Köprüyü yapanlar yani sahip olanlar özel şirketlerdir. Geçenden de geçmeyenden de para alıyorlar. Şöyle ki, eğer günlük belli sayıda araç geçip ödemeyi yapmaz ise, eksik kalan ödemeyi devlet yapıyor. O da ya bizim vergilerimiz ile ya da yeni borçlanma ile yapılıyor. Hâlbuki bizim yaptığımız köprülerin ya da yatırımların gelirlerini biz almalıydık. Şimdi alacaklılar o gelirlere kaynağında el koymuş oluyor.
- Kadrolar tasfiye ediliyor. Şimdi, yapılanlara ana hatları ile bakalım. Önce, bir siyasi partinin kadroları yerleşiyor. Bu, anlaşılabilir bir yerleştirmedir. Ancak bir müddet sonra, o kadrolar da emanet-ehliyet ilişkisine bakılmaksızın değiştiriliyor.
Daha sonra bir Ergenekon Dosyası oluşturuluyor. Yüzlerce kadro yerinden sökülüp atılıyor. Akabinde Balyoz Dosyası. Daha sonra Paralel Dosyası, arada Pelikan Dosyası ve daha onlarca küçük küçük dosyalar. Sonuçta bunların hepsi ayrı ayrı ‘kadroları tasfiye’ operasyonuna dönüşüyor.
Bu operasyonların hepsi için ayrı ayrı haklı gerekçeler üretebilirsiniz. Zaten o gerekçeleri üretemezseniz bu operasyonları yapamazsınız. Ancak hiçbir gerekçe ifna (yok etme) sebebi olamaz. Bizim inancımızın temelinde ıslah diye bir kavram vardır. Kişiler yanlış yapabilirler ancak o yanlışlarından dolayı kişileri ifna değil ıslah etmeye çalışırız. Allah bile Kur’anı Kerim’de eğer insanların yanlışlarının cezasını hemen verseydim, yeryüzünde insan kalmazdı diye buyuruyor. Bizler de affedici ve ıslah edici olacağız. Ancak süreç böyle yürümüyor!
- Harbe sokulmaya çalışılıyoruz. Bunu sanırım artık detaylı izah etmeme bile gerek yoktur. Tabandaki en sadece vatandaş için bile, ülkenin harbe sokulmaya çalışıldığı anlaşılır bir gerçektir.
- Harbin neticesinde parçalanıp yok ediliriz. Bunun için de Sevr Anlaşmasını hatırlamamız yeterlidir. Bu yapılanların cümlesini ‘II. Sevr’ başlığı altında izah etmek mümkündür.
İşte size geldiğimiz noktanın özeti.
Bütün bu yapılanlar, belli bir ihanet içerisinde, planlı programlı işlerdir diyemeyiz. Ancak gidişata bakınca, bu benzerlikleri ifade etmek mecburiyetindeyiz. Bir vatansever olarak, bütün bu gelişmelerin aynı zaman dilimi içerisinde rastgele oluştuğuna gönülden inanmak istiyorum ama aklım buna müsaade etmiyor.
Netice olarak, Borca Dayalı Para Sistemi, Duyun-u Umumiye işlevi görüyor. Birlikte olduğumuz küresel finans şirketleri, merkezleri dışarıda olan Duyun-u Umumiye daireleri olmuş oluyor. Borçlanmaya onlar karar veriyorlar ve gelirlerimize el koyuyorlar. Önümüzdeki 30-40 yılı ağır bir şekilde borçlandırıyorlar. Bu toprakların tarihi birikimine ve aziz milletimizin özüne ihanet ediyorlar.
Elimizden geldiği kadar, bütün bunları anlatarak yetkilileri uyarmamız ve bu oyunları bozmamız gerekiyor. Bu makaleyi, bu çabaların küçük bir katkısı olarak dikkatlerinize arz ederim.
Selam sevgi ve saygılarımla.
Vesselam
Prof. Dr. Mete Gündoğan