Bu yazımda sizlere, Varlık Fonlarına farklı bir açıdan bakış takdim edeceğim.
Cevabını aradığımız soru; acaba Varlık Fonları bir sürecin günümüze yansıyan kurumsal hali midir?
Ancak bu soruyu cevaplamadan önce, olaya yaklaşımımızı anlatabilmek için farklı bir örnek vermek istiyorum. Diğer bir ifade ile, bir benzetişim yapmak istiyorum. Bir düşünelim bakalım, Bir at, bir bisiklet, bir araba ve bir uçak arasında ne gibi farklar vardır? Ya da şöyle soralım. Bu dört nesne arasındaki ilişki nedir?
Bu sorunun cevap kümesini, başında ‘hiçbir ilişki yoktur’ ifadesi olan ve sonunda da ‘bunlar aynıdır’ ifadesinin olduğu bir cümleler topluluğu oluşturabilir. Dolayısıyla, bu soruya verilecek hemen hemen her cevap bir şekilde gerekçelendirilebilir.
‘Ne alakası var? Hiçbir benzerliği yoktur’ diyebilirsiniz. Haklısınız. Biri canlıdır, diğerleri cansız. Dahası, biri hayvandır, gücü kendisinden gelir. Bisikletin çalışması için bir insanın kas gücüne ve dengelemesine ihtiyaç vardır. Arabanın çalışması için ise bir motor ve yakıta ihtiyaç vardır. Yani çalıştırabilmek için kas gücü ve dengeden daha fazlasına ihtiyaç duyulur.
Uçağın ise, çalıştırılabilmesi için bambaşka kabiliyetlere ihtiyaç duyulur. Hepsinin kullanıcısının farklı kabiliyetlere sahip olması gerekir ve çalışma prensipleri de birbirinden oldukça farklıdır. Şekilleri de birbirinden çok farklıdır. Dolayısıyla ‘hiçbir alakası yok’, deseniz başınız ağrımaz!
Peki o zaman, tersinden bakalım. ‘Bunların hepsinin ortak özelliği nedir?’ diye soralım. Bu takdirde daha net bir cevap ortaya çıkabilir.
Evet, bunların hepsinin ortak özelliği, birer nakliye aracı olmasıdır. Zamana ve şartlara göre kullanılmış veya kullanılan birer nakliye aracı. Nakliye için önce at, eşek, deve, fil vs. bunlar kullanıldı. Sonra özellikle şehirler içinde bisiklet kullanıldı. Üç tekerleklisine eşya da konuldu. Sonra motorların gelişimi ile arabalar, trenler kullanıldı. Sonra da aerodinamik yapılar anlaşıldıkça, zeplinler ve uçaklar kullanılmaya başlandı. İşte bu açıdan baktığımızda, aslında bunların hepsine birer araç ve bu araçların hepsi de aynı amaca hizmet ediyor diyebiliriz. Bunların hepsi nakliye aracıdır. Bu açıdan da ‘bunların hepsi aynıdır’, diyebiliriz.
Şimdi, bu örneği aklımızda tutarak, gelelim esas sorumuza.
Aynı soruyu şu üç kurumsal yapı için soralım. Duyunu Umumiye, IMF Stand-by Anlaşmaları ve Varlık Fonları. Bunların arasında ne gibi farklar vardır? Ya da şöyle ifade edelim. Bu üç nesne arasındaki ilişki nedir?
‘Ne alakası var? Hiçbir benzerliği yoktur’ diyebilirsiniz. Haklısınız. İlk bakışta, hakikaten, hiçbir benzerlik gözükmez!
Ama gelin biraz daha detaya girelim. Bu yapıların hizmet ettiği amaçları da araştırmamız içerisine koyalım bakalım ne göreceğiz.
Duyunu Umumiye diye ifade edilen yapı, Osmanlı son döneminde Maliye Bakanlığında oluşturulan Genel Borçlar İdaresi Dairesidir, 1881-1939 yılları arasında Osmanlı’nın dış borçlarının geri ödenmesini takip ve temin eden (güvence altına alan) bir kuruluştur.
DUYUNU UMUMİYE OLAYI ŞÖYLE GELİŞMİŞTİR.
Küresel sermayenin, Osmanlı’da yeni bir ekonomi politik tasarım yapabilmesi için, Osmanlı’yı tamamen kontrol altına alması gerekiyordu. Dış borçlandırma, bu kontrolün anahtarı olmuştur.
Özellikle 1853-1856 Kırım Savaşları, Osmanlı Maliyesi üzerinde yıkıcı bir etki yapmıştı. Yüce Osmanlı Devleti Kırım Savaşı’na Paris ve Londra borsalarından edindiği borç parayla girmişti. Borçlanma, zamanla öyle arttı ki artık Osmanlı Hükümetleri ödeme gücünün olup olmadığına dahi bakmıyordu. Borçlanabilmeyi, günümüz ifadesi ile borç yönetimini, başarı olarak görüyordu. Tabi bu durum borç verenlerin de işine geliyordu.
1875 yılına gelindiğinde Yüce Osmanlı Devletinin dış borcu 200 milyon sterline ulaşmıştı. Bu borcu kısa zamanda ödeyecek imkânı yoktu. 1876 Mart ayında ise Osmanlı, devasa dış borçlarını kendi takvimine göre ödeyeceğini açıkladı ve buna göre düzenlemelere başladı. Ancak bunu beğenmeyen dış mihraklar ya da alacaklılar, Osmanlı’ya müdahale etmekte gecikmediler.
Borçlanma ve geri ödeme işlemlerinin denetimi için görünürde Osmanlı Maliye Bakanlığı’na bağlı ama gerçekte ondan bağımsız bir kuruluş oluşturdular. İşte buna kısaca Düyun-u Umumiye diyoruz. Bu kuruluşun yönetici kadrosu, alacaklı ülkelerdeki hissedarlar tarafından seçiliyor ve onlara karşı sorumlu bulunuyordu. 1881’de Düyun-u Umumiye’nin 300’ü aşkın alacaklısı vardı.
1911’e gelindiğinde Düyun-u Umumiye’nin görevli kadrosu 8931 kişiyi bulmuştu ki Osmanlı Maliye Bakanlığı’nda bile bu kadar memur yoktu. Dahası bu kuruluş, Devletin siyasal, toplumsal ve iktisadi hayatında büyük nüfuz sahibi olacak kadar güçlenmişti. O kadar ki, artık Düyun-u Umumiye kefil olmazsa –bakın burası önemli- Osmanlı kolay kolay yabancılardan yeni borç dahi alamıyordu.
Neticede Osmanlının pazarları, borçlandırılarak kontrol altına alınmıştı. Bir ülkede pazarların kontrol edilmesi demek, ülkedeki bütün mal ve hizmet üretiminin kontrol edilmesi demektir. Diğer bir ifade ile, ülkede yaşayan herkesin yaşam standartlarının kontrol altına alınması demektir.
Dolayısıyla Duyunu Umumiye’nin temelinde borçlanabilmek ve borçların geri ödenebilmesini güvence altına almak yatar. Duyunu Umumiye sermayenin bir aracı kuruluşu ya da daha sert bir ifade ile jandarmasıdır.
ŞİMDİ GELELİM IMF STAND-BY ANLAŞMALARINA
IMF dediğimiz yapı Uluslararası Para Fonu’dur. Uluslararası Para Fonu ya da daha çok bilinen kısaltmasıyla IMF (International Monetary Fund), küresel finansal düzeni takip etmek, borsa, döviz kurları, ödeme planları gibi konularda denetim ve organizasyon yapmak, aynı zamanda teknik ve finansal destek sağlamak gibi görevleri bulunan bir uluslararası örgüttür. İkinci Dünya Savaşından sonraki tasarımda oluşturulmuştur. Biz dahil 190 civarında ülke üyedir.
IMF’nin hedeflerinde, ‘üye ülkelerin mali kaynaklarını kullanılabilir hale de getirmek’ de vardır. Uluslararası ekonomik işbirliği, uluslararası ticaret, istihdam ve döviz kuru istikrarını teşvik gibi hedefler de ifade edilir.
Türkiye’mizin IMF’ye 1947’de başlayan üyeliği, 1961’de ilk stand-by anlaşmasıyla borçlu-alacaklı ilişkisine dönüşmüştü. Yani 1960 ihtilalinden hemen sonra! Bu tarihe dikkat çekiyorum. Ayrı bir yazı konusudur. Aradan yarım asırdan fazla bir zaman geçtikten sonra ancak IMF’den kurtulabildik. 2013 yılının Mayıs ayının 14’üncü gününde yaklaşık 500 milyon dolarlık son borç taksitini ödeyerek IMF’ye olan kredi borcumuzu kapattık. Ama gerçekten kurtulduk mu şimdi ona bakacağız.
Dolayısıyla şimdi, bu açıdan bakılınca, tıpkı Duyunu Umumiye’de olduğu gibi, IMF’nin temelinde de borçlanabilmek ve borçların geri ödenebilmesini güvence altına almak yatar. IMF, küresel sermayenin bir aracı kuruluşu yani bir nevi jandarması olarak işlev görmüştür.
Şimdi Varlık Fonlarına geçmeden önce kısa bir ara bilgi vereyim.
Küresel finans elitlerin kolay sömürü için geliştirmiş olduğu mevcut sistemin sömürü çarkları, 2000’li yıllara gelindiğinde zorlanmaya başladı. Çarklar faiz yükünü taşıyamıyordu. Küresel finans kapital sistemi, adeta kansere yakalanmıştı. Sistemin kanser olduğu, ABD’nin en önemli finans kuruluşu olan ve hatta Federal Rezerv Sistemi’nin de hissedarlarından biri olan Lehman Brothers Yatırım Bankasının batması ile açığa çıktı. Merkezi New York şehrinde bulunan kuruluşun dünya çapında yaklaşık 25 bin çalışanı vardı. 15 Eylül 2008 tarihinde iflasını açıkladı. Bu, 613 milyar dolar borcu ile ABD tarihinin en büyük iflasıydı. Bu, aynı zamanda, büyük bir krizin de ortaya çıkmasıydı. Bu kriz, meşhur ismiyle, mortgage kriziydi.
2008 yılı ilerledikçe bu krizin sadece küçük bir kesimi değil, bütün ABD mali sistemini etkilediği anlaşıldı. ABD’deki kriz kısa zamanda Avrupa’ya da sıçradı. İzlanda’nın üç büyük bankası iflas etti. Ardından diğer ülke ve bankalar da büyük iflaslar yaşadı. Portekiz, İspanya, Fransa, İtalya, İrlanda ve daha birçokları derin bir şekilde etkilenmişti.
Aynı zamanda bu krizi gören bazı idareciler, krizi fırsata çevirmenin derdindeydiler. Örneğin zamanın İngiliz Başbakanı Gordon Brown Financial Times’da 24 Ocak 2008 tarihinde yayınlanan makalesinde özetle şunları söylüyordu;
“böyle bir riski aynı zamanda dünya finans sitemini yeniden yapılandırma fırsatı olarak görelim. Global finansal reform yapalım. Mevcut sistemi (IMF,WB, BIS…) şartlara göre yeniden kurgulayalım ve güçlendirelim. Küreselleşmeyi millete tam olarak anlatamadık, onu da iyi anlatalım…”
Bu dönemde, daha birçok idarecinin benzer ifadelerine de şahit olduk. Ardından da birçok toplantılar gerçekleştirdiler.
Burada, aslında temel sorunun sistem sorunu olduğunu kolaylıkla anlıyoruz. Ancak bunu açıkça dile getirmiyor ya da getiremiyorlardı. Sisteme eklemlenmiş bütün ülkeler çok büyük bir risk altındaydı. Çünkü kriz, mevcut sistemi çökertmişti.
Örneğin, büyük spekülatör George Soros da Financial Times’da bir makale kaleme aldı. George için para cambazı da diyebilirsiniz vurguncu da. Soros makalesinde, ‘bu durum son 60 yılın en büyük piyasa krizidir’ diyordu. Aslında Soros, 60 yıl öncesine işaret etmekle İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan düzene işaret etmiş oluyordu. İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan sistem bitmişti. Artık, yeni bir sistem ortaya konulması gerekiyordu.
Yapılan onlarca toplantılar neticesinde mevcut yapıları yeniden kurguladıkları muhakkaktır. Böyle muazzam bir sömürü çarkından vaz geçecek değiller ya!
İşte tam bu noktada bizim, ülke olarak, çok dikkatli olmamız lazımdır. Yeni kurguyu bir anda keşfedemeyebiliriz ama sonuçlardan hareketle yapılan kurguyu anlayabilmemiz mümkündür.
Bu ara bilgiden sonra, şimdi tekrar ana konumuza dönelim.
Ne dedik? Tıpkı DU’de olduğu gibi, IMF’nin temelinde de borçlanabilmek ve borçların geri ödenebilmesini güvence altına almak yatar. IMF, küresel sermayenin bir aracı kuruluşu bir nevi jandarması olarak işlev görmüştür.
VARLIK FONLARI NEDİR? İŞLEVİ NEDİR?
Varlık Fonlarını incelerken, 2000 öncesi ve 2000 sonrası diye ayırmakta fayda var. Örneğin, 2000 öncesi Varlık Fonları, ülkelerin ihtiyaç fazlası gelirlerinin gelecek nesiller adına yatırıma dönüştürülmesi için kullanılmış. Ama 2000’li yıllar ile birlikte bu fonların kullanım karakteristikleri değişmiştir. Bunlar, ülkelerin daha rahat borçlanabilmeleri için oluşturulmaya başlanmıştır. Borçlanmalarına ve borç yönetimlerine garanti olması amacıyla da bu fonlara ilgili ülkelerin en kıymetli kurumları aktarılmıştır. Tabi bu durumda, Hükümetler de birçok tedbirlere başvurmuştur. Örneğin Almanya, Milli Menfaatlerini tehlikeye atacak yabancı yatırımların Alman Parlamentosundan onay alması gerektiğine ilişkin 2008 yılı Ağustos ayında bir yasa çıkarmıştır. Benzer bir mevzuat Amerika’da da vardır. Daha birçok ülke böyle tedbirler almıştır. Yetkililer, bu tedbirleri nadiren uygulayacaklarını ifade etmişler ama mevzuat orada milli bir garanti olarak oluşmuştur.
Şimdi bu çerçevede şunları söyleyebiliriz. Bundan sonra ülkeler, Varlık Fonlarının garantisi olmadan borçlanamayacaklardır. Yani sıcak para bulamayacaklardır.
Peki bu neye benziyor?
Ben söyleyeyim. Bu, geçmişte de Duyunu Umumiye garantisi olmadan Osmanlı’nın borçlanamamasına benziyor! Ya da IMF’nin onay vermeden, uluslararası piyasalardan para bulamamanız gibi bir durumdur.
Örneğin, IMF’nin hedeflerinde, ‘üye ülkelerin mali kaynaklarını kullanılabilir hale de getirmek’ de vardır. Varlık Fonlarının kuruluş kanununda da bunlar aynen ifade edilir.
Şimdi, bizdeki Varlık Fonu kanununa biraz değinelim.
Varlık Fonu Kanunu 19 Ağustos 2016 tarihinde çıkmış. Yani 15 Temmuz Darbe Girişiminden bir ay sonra! Bunun altını çiziyorum, dikkatinizi çekiyor ve geçiyorum.
VFK (Varlık Fonu Kanunu) 1. Maddesinde ‘kamuya ait olan varlıkları ekonomiye kazandırmak’ ifadesi ile IMF’nin hedeflerindeki, ‘üye ülkelerin mali kaynaklarını kullanılabilir hale getirmek’ ifadesi ne kadar da benzerdir. Bunları aynı zihin üretmiştir desek yanlış çıkarım olmaz.
VFK Madde 4.1.b ‘Kamu Kurum ve Kuruluşlarının tasarrufu altında bulunan ihtiyaç fazlası gelir’den bahsediyor. Halbuki, devamlı cari açık veren bir ekonomide hiçbir gelir ihtiyaç fazlası değildir.
VFK 4.1.c ‘Varlık Fonu yurtdışı ve içi sermaye piyasalarından hiçbir kısıtlama ile bağlı olmaksızın borçlanabilir’ diyor.
Peki bu borcun teminatı nedir?
Onu da Madde 4.3’de açıklıyor. Finansman sağlanırken, Türkiye Varlık Fonu portföyü üzerinde teminat, rehin, kefalet ve ipotek tesis edilebilir. Yani bunlara, borçlar geri ödenemediği takdirde, el konulabilir!
Başka?
Hazine taşınmazlarının satış yetkisi Türkiye Varlık Fonu’na devrediliyor. Kanunun 8. Maddesinde Türkiye Varlık Fonu’nun yapacağı işlemler 4734 ve 2886 sayılı kanun kapsamından çıkarılmış. Dolayısıyla yasal bir kısıtlama, muayyen bedel takdiri, teklif alma vb. olmadan kamu taşınmazlarının elden çıkarılması mümkün. Tabi bu durumda Türkiye Varlık Fonu’nun zarar etmesi de mümkün değil. Kamu değerleri satılarak Türkiye Varlık Fonu suni olarak kârlı gösterilebilir ama kamu fakirleşmiş olmuş olur.
Peki, Türkiye Varlık Fonu’na devredilen gelirler ne olacak?
Bunlar belli değil. Örneğin, Ziraat Bankası kârlı bir kuruluş ve gelirleri Hazine’nin. Dolayısıyla bu durumda Hazine geliri azalmış olacak. Bu da bütçe açığının artması demektir. Artan bütçe açığı, mevcut sistemde yüksek kur, düşük yabancı yatırım ve düşük gelir demektir. Bunlara bağlı olarak da yüksek enflasyon ve faizi de ekleyebiliriz.
Peki kim denetleyecek bu fonları?
Uluslararası Bağımsız denetçiler; Deloitte, PwC, EY, KPMG, BDO, RSM…
Diyebilirsiniz ki Meclis denetimi yok mu?
Evet var. Ama bu bağımsız denetçilerin denetleme raporları üzerinden Başbakanlıktan üç denetçinin yapacağı bir denetim raporunun başbakanlık tarafından istenilen kısmı Meclise gönderilecek ve Meclis o rapor üzerinden denetim yapacak?! Abartmıyorum. Kanun aynen böyle diyor! Yani TBMM, bizim adımıza, Fon Yöneticilerini karşısına alıp kalem kalem hesaba çekip terletemeyecek! Ceza takdir edemeyecek.
Peki Milli Menfaatleri tehdit eden bir gelişme olursa ne olacak?
Hiç. Bu konuda hiçbir tedbir kanuna yazılmamış.
Mevcut hiçbir mevzuata tabi değiller. Ama IMF’nin de onadığı, Santiago Prensiplerine bağlı olacaklarını peşinen ilan ediyorlar. İşte şimdi bütün bunları birlikte ve bir tarihi süreç içerisinde değerlendirdiğimizde karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor. Küresel sermaye, evvelinde Duyunu Umumiye ile yaptığını, dün IMF Stand-by anlaşmaları ile sürdürmüştü. Bugün ise Varlık Fonları ile devam ettirecek.
Yani bundan sonra, IMF’ye dönüşe gerek kalmadı. Varlık Fonları ile küresel sermayenin istedikleri fazlasıyla yerine getirilmiş olacaktır.
Tabi burada bir başka husus daha var.
Siz Türkiye Varlık Fonu adı altında 300-500 milyar dolarlık bir fon oluşturuyorsunuz. Diğer yandan milli bütçemiz ise oldukça daralıyor. Orada, personel ödemeleri ve faiz ödemeleri vb kalıyor. Sonuçta bu ne demektir? Türkiye Varlık Fonu’nu kim yönetiyorsa devlet o demektir.
Adeta, iyi anlaşılsın diye bir benzetme yapıyorum, Avam kamarası milli bütçeyi lordlar kamarası da Türkiye Varlık Fonu’nu yönetmiş olacak. Seçilmişler atanmışların yanında ihmal edilebilir derecede hüküm sahibi olacaklar!
Birçok ülke, bu tip fonlarda ‘milli menfaatlere aykırı gelişmeler karşısında, kararı Meclis’e bırakırken’ bizde böyle bir şey unutulmuştur yani kanunda yazılmamıştır.
Şimdi sonuç olarak şunu ifade edebiliriz.
Duyunu Umumiye, IMF Stanby anlaşmaları ve Varlık Fonları aynı zihniyetin sömürü kontrol mekanizmalarıdır. Bunlar şu anda tam olarak anlaşılamasa da, zamanla anlaşılacağından eminim.
Tıpkı; at, bisiklet, araba ve uçak arasında çalışma prensipleri ve yapıları açısından bir benzerlik olmaması ama aslında aynı amaca hizmet etmeleri gibi.
Tarihe kayıt düşmek adına, aziz vatanımızın ve milletimizin sevgisi ile bunları sizlerle bugün paylaşıyorum. Bundan sonra yaymak ve arkasında durmak size aittir.
Bu konularda fikrimiz bu şekildedir. Karşı argümanlar olabilir. Onlarla her zeminde müzakere etmeye de hazır olduğumuzu bildiriyorum.
Bir şey daha, bütün bunlara mecbur olmadığımızı da çok iyi biliyorum. Bunlar bir tercihin sonuçlarıdır. O tercih, mevcut Ortodoks ekonomik yapılanmanın tek alternatif olarak kabul edilmesi tercihidir. Başka alternatifler vardır. Onlar da başka bir yazı konumuzdur.
Yine sözlerimi selam ile tamamlıyorum. Selam ‘işittik ve sözün en güzeline tabi olduk’ diyenlerin üzerine olsun. Hepinize sevgi ve saygılarımı arz ediyorum.
Allah’a emanet olunuz…
Prof. Dr. Mete Gündoğan