Ülkemizde neoliberal politikaları, adeta sınır tanımaz bir şekilde uygulamaya çalışıyoruz.
İdareciler, bu uygulamalarında zorlandıkları zamanlarda hemen halkı eğiterek teslim almaya çalışıyorlar. Ne ilginç ki son sıralarda öyle bir “finans okuryazarlığı” garabeti aldı başını gidiyor ki…
Ne var bu garabetin içinde?
Bütçe yönetimi,
Borç yönetimi,
Yatırım bilgisi,
Vergi konuları,
Emeklilik planlaması,
Sigorta ve risk yönetimi,
Temel ekonomi konuları (enflasyon, faiz, döviz)
Aslında bir oyun kurgulanmış ve bu oyunun nasıl oynanacağı bize öğretiliyor. Ancak; Oyunu ne kadar iyi oynarsak, oyunu kurgulayanlar o kadar güzel kazanıyor. Diğer bir ifade ile “Hep kasa kazanıyor”.
Bu işte bir garabet var.
Halbuki; En büyük sorunumuz, ülkemize has bir ekonomi modelimizin olmayışı. Bir kurgumuz yok. Ama yine de zannediyoruz ki; Ekonomi kuralları ve kanunları değişmez hatta değiştirilemez kesin bilimdir. Onlara tabi olursak sonunda onların yaşadığı refah bize de gelir. Bu tamamen yanlış.
Çünkü, ekonomi her uygulama alanına farklı kurgu ister.
- Çünkü insanlar farklıdır.
- Sosyolojileri farklıdır.
- İnançları/dinleri farklıdır.
- Alışveriş eğilimleri farklıdır.
- Coğrafya farklıdır.
- Geçim kaynakları farklıdır.
- Motivasyonları farklıdır.
Onun için farklı kurgular istenir. İşte bizim açımızdan, bizim birikimimiz yani kültürümüz açısından bir kurgumuz yok!
Peki, mevcut kurgumuz nedir?
O da başkalarının talepleridir. Onların da en çok önem verdiği konu, sağladıkları finansmanın geri dönüşümü! İşte bunun için de bir “finans okuryazarlığı” aldı başını gidiyor. Halbuki bizim bir kurgumuz olmalıdır. Ekonominin ve iktisadın ana gayesi insanın refah ve mutluluğudur. Ama insanımızın refahı gidiyor! İnsanımız mutlu değildir. Sizler saraylarda, otluklarda mutlu olabilirsiniz. Ama onlar sokaklarda ekmeğinin peşinde koşuyorlar ve ekmek aslanın ağzında. İş yok ve her gün hayat pahalılığı artıyor.
Peki öyleyse, bu işte bir terslik yok mu?!.
Kesinlikle bu işte bir terslik var!
Peki, ne yapmalı?
Hiçbir şey bilmiyorsanız bile insanları refah dilimlerine göre sınıflandırıp, en alttakilerin durumunu iyileştirmeye çalışabilirsiniz. Sorun sistem sorunudur. Bu sistemde alttakilerin canı çıkıyor. Aslında; her şey arz ve talebe göre şekillenir.
Peki bu sistemi talep eden kimdir?
Ülkemiz vatandaşlarının olmadığı kesin! Bu sistemi talep edenler, bizi borçlandıranlardır. Toplumun kendisini bulmasını istemeyenlerdir. Düşünün, bir kişiyi ikna ediyorlar, 90 milyon kişiyi borçlandırıyorlar! İşte konuşulması gerekenler de bunlardır. Bu nasıl bir borçluluktur ki ne yaparsak yapalım tünelin ucundaki ışığı göremiyoruz? Şimdi borçlarımızdan kurtulmak için vatandaşı eziyoruz.
Niye?
Çünkü yeni borç alacağız. Hayda! Alın işte size tam bir komedi daha…
Onun için ülkemizde bir “Ortodoks ekonomi” korosu oluşmuş, sizin için “finans okuryazarlığı” diye bir şey uydurmuşlar.
Ne yapacaklar?
Sizin sisteme olan inancınızı pekiştirecekler. Size de ufak tefek, kıyısından köşesinden kazanmayı öğretecekler. Bu “finans okur yazarlığı”nda paranın nasıl üretildiği yoktur. Ne kadar üretileceği yoktur. Bu miktarlara ve işlevlere kimlerin karar vereceği yoktur. Alım gücündeki farklılıkların niçin oluştuğu yoktur. Kısacası; Sistem sorgulaması asla yoktur.
Şurası çok nettir: Kurallarını onların koyduğu bir oyunda kazanmamızın imkânı yoktur. Bizler para kazanalım derken, insanımızı kaybediyoruz. Hatta topraklarımızı bile kaybediyoruz.
Hani Afrikalıların bir sözü vardır:
Batılılar ülkemize geldiğinde onların ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız ve zenginliklerimiz vardı. Giderlerken bir de fark ettik ki onların ellerine bizim zenginliklerimiz ve topraklarımız geçmiş. Bizim elimizde de onların kitapları ve öğretileri kalmış.
Ekonomi yönetimi finansman ve Ortodoks ekonomi öğretileri başladığında elimizde neler vardı?
Bizim elimizde kendi kendine yeten tarımımız, verimli topraklarımız, ormanlarımız, güzel insani değerlerimiz, ekonomide zaman zaman uygulayıcı, zaman zaman da hakemlik eden, gözetmenlik yapan devletimiz vardı. Milli bir ekonomimiz vardı. Bu böyle devam ederse; İşin sonunda bizim elimizde ekonomi ve finans bilgisinin öğretileri / kitapları kalacak. Onların ellerinde bizim topraklarımız, işletmelerimiz, ormanlarımız, kıyılarımız, madenlerimiz, fabrikalarımız vs. kalacak.
Kısacası; Bize Ortodoks ekonomi öğretileri veya onların havadan ürettiği kağıt para finansmanı değil, bize has “yerli ve milli” yeni bir finans sistemi lazım. Onların kurguladığı bir sistemde yeni bir rol değil, bize en uygun yeni bir sistem kurgulamamız lazım. Bu temel konu anlaşılmadığı müddetçe, ne yaparsanız yapın işin sonunda kaybeden biz oluruz. Ya yabancı rantiyecilere ya da yerli rantiyecilere kaybederiz. Hatta, sadece paramızı değil, insanca yaşam onurumuzu da kaybederiz. Esas bunun sorgulanması ve düzeltilmesi gerekiyor.
Demokrasilerde; halkın seçtikleri insanlar, halk adına, ülkeyi yönetirler. Sahiplenemezler. Demokrasinin gereği de budur. Ancak, para-kredi sisteminin mevcut kurgusu ile seçmediklerimiz bizim zenginliklerimize sahip olacaklar.
Kimliklerini bile bilemeyeceğiz. Seçtiklerimizi ise dönemlerinin sonunda göremeyeceğiz. Gördüklerimiz de bizimle birlikte ağlaşıyor olacaklar.
Sonuç olarak;
Ekonomide mevcut tarzı siyaset, işte bizi hızla böyle bir sonuca sürüklüyor ve hep kasa kazanıyor…
***
Prof. Dr. Mete GÜNDOĞAN