İktisat Hareketi bir kadro hareketidir. İnsanların istikameti ve bilgi birimi birikimi ile ilgilenir.

Enflasyon Beklentisi, Enflasyonun Önemli Bir Parçası Haline Geldi

İktisat Hareketi kurucusu ve başkanı Prof. Dr. Mete Gündoğan, İran Merkez Bankasının “İktisat” dergisine röportaj verdi.

Başta okuyucularımız olmak üzere, hükümetin ekonomi yönetimine ve Türkiye’nin İktisat/ekonomi camiasına Gündoğan hocamızın İran Merkez Bankası’nın “İktisat” dergisine verdiği röportajın Türkçesini paylaşmak istiyoruz.

İşte o röportaj;

Soru 1: Türkiye zaman zaman yüksek enflasyondan muzdarip oldu ve onu kontrol etmeye çalıştı. Şimdiye kadar enflasyonu kontrol altına almak için nasıl bir önlem almıştır. Siz hükümetin kontrol politikalarını ne ölçüde doğru ve başarılı buluyorsunuz?

Cevap 1: Enflasyon temelde arz ve talep arasındaki dengenin bozulması sebepli ortaya çıkar. Tabi ki arz ve talep ülkenin para birimi cinsinden fonksiyonlarla ifade edildiği için enflasyon parasal bir olgu olarak bilinir. Aslında alıcı ve üreticinin üretim-tüketim iştahlarının birbirinden farklı ölçüde değişmesi kaynaklıdır. Bu açıdan bakıldığında enflasyonu önlemek için arz iştahındaki artışın tüketim iştahındaki artıştan fazla olması ya da arz iştahındaki azalışın tüketim iştahındaki azalıştan az olması gerekir. Bu şekilde arz iştahı tüketim iştahına nispeten daha fazla olur ve fiyatlar dengelenebilir. Türkiye son 5 yıllık süreçte enflasyonla mücadele etmek yerine enflasyonla yaşamayı ve enflasyonun özellikle sabit ücretli çalışanlar üzerindeki etkisini azaltarak ekonomik büyümeyi sürdürülebilir hale getirmeyi hedefledi. Aslında gelinen noktada bunu büyük ölçüde başardı. Ancak gelinen noktada enflasyonun her ne kadar sabit ücretliler üzerindeki olumsuz etkileri azaltılmış olsa da enflasyonun toplum tarafından kanıksanması tüketici davranışlarında farklı bozulmalara sebep oldu. Mevcut politika seti ile ekonomik büyüme sürdürülemez noktaya geldi. Bu durum politika yapıcıların ekonomi üzerinde tasarladıkları yapının sadece tek adımını hesapladıkları, ardıl adımları hesaplama konusunda yetersiz olduklarını göstermektedir. Bunun neticesinde gelinen noktada değişen ekonomi yönetimi veya anlayışı bunun en büyük göstergesidir. Hükümetin bu noktada vereceği karar, bugüne kadar tercih edilen politika yolunun oluşturduğu maliyeti toplumun hangi kesiminin büyük ölçüde ödeyeceği kararıdır.

Soru 2: Sizce bu enflasyonun oluşmasındaki temel sebep nedir ve Türk hükümetinin önce alması gereken önleyici tedbirler nelerdir?

Cevap 2: Enflasyon süreci kendi kendini besleme kabiliyeti olan bir süreçtir. Türkiye’de enflasyonun tekrar hızlı yükselişe geçmesi öncesi enflasyonu artıran sebeplerle bugün enflasyonu artıran sebepler birbirinden farklıdır. Covid-19 salgını sonrası tüm dünyada ekonomiler daralırken Türkiye yıllık toplamda çok başarılı bir sınav vererek ekonomik büyümeyi sürdürmeyi başarmıştı. Bu başarının sebeplerinin başında, önceki bakan Sn. Berat ALBAYRAK beyefendinin kendine telkin edilenin aksine parasal genişlemeyi inatla sürdürmesi ve tüm dünyada bir anda duran talebin ülkemizde durmasına müsaade etmemesi gelmektedir. Bu noktada sayın eski bakanın politikası doğru idi ancak uygulama yönetimi yanlıştı. O dönem yapılan parasal genişleme, düşük kredi faizi mekanizması kullanılarak dağıtılmış, bu düşük faizli krediler ise özellikle gayrimenkul gibi ekonomik ömrü çok uzun, ülkenin üretim kapasitesine doğrudan etkisi olmayan sektörlere kanalize olmuştur. Daha sonraki yıllarda ise düşük faiz üzerinden devam ettirilen para politikası ve düşük maliyetli para bir makro plan çerçevesinde üretim ve istihdam artırıcı kanallara yönlendirilmesi gerekirken yine gayrimenkul ve ithal ürünlere yönlenince mevcut enflasyon tablosu oluşmuştur. Bu durum bugün ülkede yaşanan yüksek enflasyonun başlıca gerekçesi gibi görünmektedir. Bu noktada atılması gereken adımların başında çok detaylı bir makro plan yapılması gelir. Bu plan çerçevesinde, sürecin tüm adımları önceden ve detaylı planlanarak, ortaya çıkacak maliyetin adeta bir kuyumcu terazisi hassasiyetiyle ele alınıp paylaştırılması gerekir. Bu noktada benim görüşüm ülke menfaatlerini önceleyecek şekilde para politikasının ülkenin üretim ve istihdamını olumlu yönde etkileyecek şekilde kurgulandığı ve devletin kısa vadede dahi olsa daha etkili olduğu bir ekonomi modelidir. Burada aynı zamanda bir matematiksel modellemeden bahsediyorum.

Soru 3: Türkiye’de enflasyon beklentileri enflasyonun oluşmasını ne ölçüde tetikledi? Siz enflasyon beklentileri kontrol altına almak için hangi stratejileri uygun görüyorsunuz?

Cevap 3: Ülkedeki bugünkü enflasyonun temelinde son 3-4 yıllık süreçte hane halkı tarafından enflasyonun kanıksanması ve buna göre pozisyon alınması yatmaktadır. Siz ister buna enflasyon beklentisi deyin isterseniz hane halkının kendini korumak için pozisyon alması deyin fark etmez. Bu durum, kanıksanan enflasyonla yaşama ve bir noktada bundan faydalanma çabasıdır. Bu durumu tersine döndürmenin temelinde, hane halkının kanıksadığı enflasyon durumunun artık geçerli olmayacağına hane halkını inandırmak yatar. Ortodoks ekonomi mantığında bunun yolu bir anda parasal genişlemeyi durdurmak, hatta parasal daralmaya giderek talep tarafını şoka uğratmaktır. Yani sert faiz artışlarıdır. Tabi talebi şoka uğratmak ya da talebi azaltmak dediğimizde, bu ifade kulağa çok naif bir ifade imiş gibi gelebilir. Bunun reel ekonomideki karşılığı şudur; firmaların paraya ulaşımı zorlaştırılacak, finansal yeterliliği nispeten zayıf olan firmaların batmasına göz yumulacak, batan firmalarda çalışanların işsiz kalması sonucunda iç talebin arzdan daha fazla daralması sağlanmış olacak. Dolayısıyla da sonuçta enflasyon ortadan kaldırılmış olacak! Özetle işsiz ve aç bırakarak mal ve hizmetlere olan talebin azaltılmasıdır. Oldukça sert bir hamledir. Bu bahsettiğim senaryo, aynı zamanda, maliyeti kim ödeyecek sorusuna verilen en kestirme yanıttır. Böyle bir durumda maliyeti halk ödeyecektir! Bu bahsedilen yöntem uygulanırsa ki yumuşak da olsa ilk adımlar atılmaya başlandı, ülkede son 30 yıldır yaşanan ekonomik döngü devam edecek demektir. Bunun anlamı, bu önlemler bir şifa değil bilakis sorunun içten içe devam etmesini ve hatta büyütülmesini sağlayacak pansuman önlemlerdir. Olması gereken ise ülkedeki üretim altyapısının tüm bileşenlerinin milli unsurlarla kontrol edilen bir üretim-tedarik zinciri yapısına tahvil edilmesidir. Böyle bir yapısal dönüşüme ihtiyaç vardır. Bunun için para ve maliye politikaları eş zamanlı olarak seferber edilmelidir. Bu adımlar sert faiz artışları gibi bir anda yalancı bir bahar yaşamak için atılacak adımlar değildir. Tam tersine, orta ve uzun vadede enflasyon diye bir problemi olmayan ve sağlıklı bir ekonomiye sahip bir Türkiye için atılması gereken adımlardır.

Soru 4: Türkiye’de ve bölgedeki siyasi ve sosyal gelişmeler ekonomiyi ve enflasyonu ne ölçüde etkilemiştir ve ekonomik istikrarını korumak için ne gibi çözümler var?

Cevap 4: Bu soruya bir örnek üzerinden cevap vermenin, konunun daha rahat anlaşılmasına imkân sağlayacağı kanaatindeyim. Bir bünye düşünün, bağışıklık sistemi yeterince kuvvetli değil, adeta hasta olmak için bahane arıyor. Böyle bir bünyeye sahip bir insan, tatlı bir bahar melteminde de sert bir kış soğuğunda da hasta olur. Dışarıdan bakıldığında hastalığın sebebi tatlı bir meltem ya da sert bir kış soğuğu olarak görünse de asıl sebep bünyenin zayıflığıdır. Türkiye ekonomisi, bu örnekte olduğu gibi zayıf diyemesek de hak ettiği potansiyel sağlamlığın bir hayli uzağında bir yapıdadır. Dolayısıyla zaman zaman tatlı meltemlere bazen de sert kışlara maruz kalmakta ve sonuçta hep hasta olmaktadır. Türkiye ekonomisi son 10 yılda güney sınır komşularındaki istikrarsızlık ve göç dalgası, 15 Temmuz darbe girişimi, Rahip Brunson olayı, Covid-19 salgını ve son olarak Rusya-Ukrayna savaşı gibi birçok sert rüzgarlara maruz kalmıştır. Bu durumlardan olumsuz etkilenmiştir. Lakin bu ve benzeri etkenler tarih boyunca hep olmuş ve bundan sonra da olmaya devam edecektir. Bu noktada yapılması gereken çalışma, bünyeyi yani ülke ekonomisini sağlam temellere oturtmak ve olası etkileri en aza indirmektir. Bu durum, ülkenin mevcut ekonomik potansiyeli ile rahatlıkla ulaşılabilecek bir idealdir.

Soru 5: Türkiye’de düşük enflasyon hedefine ulaşmak için ne gibi zorluklar var ve bunlar nasıl yönetilebilir?

Cevap 5: Ülkede son 7-8 yılda, doğru politik söylemler (faiz sebep enflasyon sonuç/gevşek para politikası/büyüme ve istihdam artırıcı politikalar) yanlış uygulama adımları ile gerçekleştirilmeye çalışıldığı için ciddi bir ekonomik maliyet üretilmiştir. İlk önce bu maliyetin, atılan yanlış adımlar sayesinde haksız kazanç elde edenlerden tahsil edilmesi gerekir. Bu ise ciddi bir çalışma, irade ve en önemlisi kuvvetli bir kadro gerektirir. Bu faturanın doğru şekilde dizayn edilip gereğinin yapılması ilk ve en önemli adım olacaktır. Sonrası doğru politika ve araçlarla üretim ve istihdamı sağlayacak adımların atılmasının planlanması ve takibidir.

Soru 6: Uluslararası arenada liranın değer kaybetmesi Türkiye’nin ihracatına ve ekonomik büyümesine nasıl yardımcı oluyor ve bu konuda başka hangi faktörler etkili oluyor?

Cevap 6: Ülkenin son 30 yılda izlediği liberal ve açık ekonomi modeli ne yazık ki ülke ekonomisini hem girdi hem de finansman anlamında dış kaynaklara bağımlı hale getirdi. Bu durum, kurdaki her dalgalanmada ciddi bir ekonomik sarsıntıya, bu sarsıntı ise kurda yeniden bir dalgalanmaya sebep olmaktadır. Hatta bu bağımlılık ülkenin siyasi olarak müdahalelere açık hale gelmesine de zemin hazırlamaktadır. Son dönemde kurda yaşanan hızlı artışa rağmen dış ticaret rakamlarından görüldüğü üzere ihracat ve dolayısıyla ekonomik büyüklük artmaktadır. Ancak aynı anda ithalatın da artıyor olması, sanıldığı gibi yüksek kurun ekonomide kurtuluşun bir adımı olmadığını gözler önüne sermektedir. Dolayısıyla kurun artması üretim ve ihracat tarafından faydalı gibi görünse de ithalat ve dış borç tarafında ise çok yıkıcı etkiler üretmektedir. Ayrıca ülkenin enflasyon yapısının kura çok duyarlı olması, kur artışlarının yeni enflasyon dalgasına, bu dalgaların da yeni kur artışlarına zemin hazırlamasına olanak sağlamaktadır. Özetle kurun artışı faydadan ziyade ülkeye zarar vermekte, halk fakirleşmekte ve dış borç üzerinden ülkenin olası siyasi baskılara maruz kalmasına yol açmaktadır.

Soru 7: Sizce liranın değer kaybetmesinden ne ölçüde endişe duymak ve bunu bir kur krizi olarak değerlendirmek gerekiyor? Şimdi ya da gelecekte, liranın değer kaybetmesinin bir kur krizine yol açması mümkün mü?

Cevap 7: Öncelikle kriz kelimesinin tanımını yapmak gerekir. Örneğin son 1,5 yılda kurun 2,5 katına çıkması bir kur krizi midir? Ülkede yaşanan budur. Ya da kur krizi olması için kurun kaç katına çıkması gerekir? Eğer krizden kasıt ülkenin aciz duruma düşüp finans kapitale tam teslimiyet şartlarını kabul etmesi ise Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin müesses yapısı asla böyle bir duruma müsaade etmez. Her ne koşulda olursa olsun ülke sahip olduğu hem entelektüel hem de işgücü kapasitesi olarak çok hızlı bir şekilde toparlanmaya ve hak ettiği yerlere ulaşmaya muktedirdir.

Soru 8: Doların ticaret borsalarından çıkarılması konusunda görüşünüz nedir? Bu planın uygulanmasını ne ölçüde mümkün ve başarılı buluyorsunuz? Bunun için hangi zorluklar var ve bu zorlukların üstesinden gelmek için ne gibi önerileriniz var?

Cevap 8: Bu soru, içinde mevcut sistemin sahibine başkaldırı hissi uyandırdığı için hem soranın hem de dinleyenin hoşuna giden bir sorudur. Ancak soru başlı başına yanlıştır ve tam olarak sistemin bizatihi kendisine hizmet etmektedir. Mevzu doların veya başka bir rezerv paranın herhangi bir sistemden çıkarılması değil, bunlar üzerinden yani para üzerinden kurulan sömürü çarkının anlaşılmasıdır. Yoksa dolar gider Yuan gelir, sizin için ne değişir? Asıl olan önce mevcut finans kapitalin illüzyonunu yani Borca Dayalı Para Sistemi’ni anlamaktır. Bu anlaşıldıktan sonra ister dolarla ticaret yapın ister Tümen’le ticaret yapın fark etmez. Sistemden sömürü kalktıktan sonra birimin önemi kalmaz. Yani demem odur ki önce mevcut para-kredi sistemini anlamak lazımdır. Gücünü nereden aldığını ve zayıf noktalarını anlamak lazımdır. Sonra alternatif bir sistem tasarlayıp, sömürüyü sürekli ensesinde hissedenleri yeni sisteme ikna etmek gerekir. Artık 21. Yüzyılda, üretmek veya herhangi bir kaynağa ulaşmak zor değildir. Zor olan, zihinlerdeki illüzyonu bozmak ve alternatif adil bir sistem tasarlamaktır. Bu da nitelikli çalışma ve kadro gerektirir.

Soru 9: Kur istikrar politikası veya para istikrarı politikası hakkında ne düşünüyorsunuz? Aslında, Türkiye döviz krizini aşmak için hangi para sistemini kullanıyor?

Cevap 9: Türkiye 2000’li yılların başından itibaren serbest kur rejimini benimsemiş durumda. Dolayısıyla kur istikrarı ya da hedefi herhangi bir kurumun konusu değil. Soruda geçen para istikrarı konusundan ne kastettiğiniz çok mühim. Eğer kastınız kur istikrarının bir diğer ifadesi ise ülkede bunu hedefleyen kurum yok. Ülkenin Merkez Bankası’nın temel gayesi fiyat istikrarıdır. Tabi ki kur istikrarı, bu hedef için bir alt başlıktır ama asıl hedef değildir. Para istikrarına dönecek olursak, bu önemli bir kavramdır. Para istikrarı aslında ülkede üretilen mal ve hizmetler ile üretilen paranın arasında kurulması gereken bir bağı ifade eder. Ancak ne yazık ki ülkemizde böyle bir bağ yoktur. Zaten yaşanan birçok sıkıntının sebebi de bu bağın olmamasıdır. Sorunun devamında bahsettiğiniz “döviz krizini aşma konusunda kullanılan sistem nedir” kısmı ise temelde ihracata ve dış ticaret fazlasına ulaşmaya çalışan politika setleridir. Ancak bu konuda ne yazık ki bir başarı söz konusu değildir. Son zamanlarda merkez bankaları arasında gerçekleştirilen swap gibi bazı finansal hesap hareketleri yapılmış olsa da bunlar dönemsel makyaj hareketleridir. Bunlar temel politika aracı olamayacak aparatlardır. Dış ticaretteki açık ise turizm gelirleri ile giderilmeye çalışılmaktadır. Lakin onun da yeterli olmadığı aşikardır. Bu noktada, döviz temini dış borçlanma ile sağlanmaktadır. Bu durum da özellikle dış politikada ve dahi iç politikada, ülkenin siyasi hareket alanını önemli ölçüde kısıtlamaktadır.

İktisat Hareketi…