Yirmi beş yıldan fazla bir zamandır ısrarla, altını çizerek ve vurgulayarak bir şey anlatmaya çalışıyorum. O da, içinde bulunduğumuz sistemin faize dayalı bir sistem olduğudur.
Burada, konunun anlaşılması için, iki kavramın bütünleştiğini gözden kaçırmamamız gerekiyor. Onlar da ‘sistem’ ve ‘faiz’ kavramlarıdır. Konu mevcut ekonomik yapı ise, -ki öyledir- bu iki kavram adeta müzdeviçtir.
Diğer bir ifade ile mevcut ekonomik sistemin ne olduğunu anlamadan faizi anlayamazsınız ve dolayısıyla da faiz ile mücadele edemezsiniz. Aynı şekilde, faizin ne olduğunu anlamadan mevcut sistem ile mücadele edemezsiniz. Tek başına biri ile mücadele etmek ise hiçbir netice vermez çünkü biri diğerini her zaman üretmektedir.
Özetle ve tekraren şunları söyleyelim.
Faizin ne büyük bir bela olduğunu neredeyse bilmeyen yoktur. Bunun sosyal veya matematiksel sonuçlarını ciltler dolusu kitaplarla anlatmak mümkündür. Elbette, böyle bir konuda kutsal metinlerin de insanları uyarması gayet doğaldır.
Bu çerçevede, bütün kutsal kitaplar faiz konusunda inananlarını uyarırlar. Ancak, Kur’anı Kerim’de Cenab-ı Allah’ın uyarısı hiçbirisine benzemez. Bakara 279. Ayeti kerimesinde Allah bizi, “faizi terk etmezseniz Allah ve Rasulü ile harp halinde olduğunuzu bilin” diye en net ve sert şekilde uyarır. Bu uyarıda az faiz çok faiz gibi hiçbir oran vesair şart da yoktur. Oranı ve şartları ne olursa olsun, bir insanın faiz ile alışveriş etmesi, Allah ve Rasulü ile harp etmesi demektir. Bu hayatta bundan daha büyük bir uyarı hayal edemiyorum!
Bu işin diğer yüzü mevcut ekonomik sistemdir. Mevcut ekonomik sistem yapılandırılırken iki sacayağı üzerine oturtulmuştur. Birincisi, mal ve hizmetlerin üretimi, ikincisi de üretilen bu mal ve hizmetlere mukabil paranın üretimi. Paranın üretimi, bütünleşik Borca Dayalı Para Sistemi (BDPS) ve Kısmi Rezerv Sistemi (KRS) ile gerçekleştirilmektedir.
Samuelson’un KRS tarifinden ziyade, bizim Türkiye gereklilikleri çerçevesinde anlattığımız tariflere göre. Dahası, üretilen para sisteme tepeden girmektedir. Yani, en zenginlerin üzerinden süzüle süzüle tabandaki en fakirlere doğru akmaya çalışan bir yapısı vardır. Bu sistemde para, bir avuç zenginin arasında dolaşan bir devlet olmuştur. Bunların nasıl çalıştığını çeşitli yazılarımda detaylı olarak anlattım.
Neticede, bu iki kavram mevcut ekonomik sistemde bütünleşmiştir.
Tamamen faize dayalıdır. Sistemin kendisi -yapısı gereği- faizi üretmektedir. Bu sistemi sorgulayıp değiştirmeden faizle mücadele etmek mümkün değildir. Ediyorum zannettiğiniz noktada sistem bir şekilde sizi kendisine hizmet ettirir.
Aslında, ikibinli yılların başlarında kendisini gösteren ve 2008 yılında kendisini tescil ettiren küresel finans krizi ile mevcut ekonomik sistem çökmüştür. Sistem, faizden dolayı çökmüştür. Küresel elitler, yerine koyacakları bir yapıda anlaşamadıkları için, geçici çözümler ile bu sistemi zar zor ayakta tutmaya çalışmaktadırlar. Bunun için şimdilik kullandıkları iki araç vardır. Birincisi borç transferidir. İkincisi de -farklı bir şeymiş gibi gösterdikleri- katılım bankacılığıdır.
Borç transferi, küresel elitlerin faizlerini ödemede zorluk çektikleri fonlarını Batılı ülkelerden alıp gelişmekte olan ülkelere daha yüksek faizlerle transfer etmeleri operasyonudur. Diğer bir ifade ile borç para vermeleri ya da kredi açmalarıdır. Düşünün, batıda yüzde 2 ile duran 100 milyon doları Türkiye’ye yüzde 14 ile transfer ederseniz, hem batıdaki yükümlülüklerini karşılamış olursunuz hem de hariçten en az yüzde 10 faiz kârı etmiş olursunuz.
Örneğin, bugün bu şekilde ülkemize gelen sindikasyon kredilerinin neredeyse tamamı böyledir. Maalesef bu fonların da en büyük müşterisi devlettir. Devlet, aldığı borçların faiz ödemelerini zamana yayarak, vatandaşlarının tamamından aldığı vergilerle ödemeye çalışmaktadır. Halihazırda devlet bu şekilde milleti 2045 yılına kadar borçlandırmıştır. Yani sonuçta halk, idarecilerin kendilerine sormadan aldıkları borçları faizleriyle birlikte inim inim inleyerek geri ödemek mecburiyetinde bırakılmaktadır.
Küresel finans elitlerinin ürettiği ikinci araç ise katılım bankacılığıdır.
Batı bankacılık mekanizması açısından katılım bankacılığı ile diğer bankacılık işlevleri arasında hiçbir fark yoktur. Küresel finans elitler açısından, bu araç özellikle İslam dünyası için paha biçilmez bir araçtır. Müslümanların borçlandırılarak çökertilmesi için ‘10 numara’ bir tasarımdır. Birçok kez ifade ettim. Mevcut katılım bankacılığı, küresel elitlerin İslam dünyasına soktuğu Truva atlarıdır. İslam dünyasının küresel finans kapitale tam teslimiyetini gerçekleştirmek için kullanılmaktadır.
Tam da küresel finans kapital çökmüş iken, Müslümanların ve İslam dünyasının bu çöküşü geciktirecek payanda olarak kullanılması ibretlik bir tablodur ve içimizi çok acıtmaktadır.
Şimdi bu mülâhazalardan sonra, gelelim Sn. Cumhurbaşkanımızın dünkü faiz ile ilgili konuşmasına.
Öncelikle 2004 yılında yapmış olduğu bir konuşmasında ‘Faiz bir dünya gerçeğidir’ ifadesinden sonra dünkü ifadeleri kullanması elbette takdire şayan bir gelişmedir. Dünkü konuşmalarını 2004 yılı algılamasında geri koyarsak daha katedilecek çok mesafe olduğu da aşikardır. Faiz sorgulaması sistem sorgulamasına dönüşmeli ve sistem temelden yeniden yapılandırılmalıdır. Bu yeniden yapılandırmanın bir dönüşüm süreci olarak kurgulanması da mümkündür.
Sn. Cumhurbaşkanı dünkü konuşmasında; ‘Dünya Bankası ve IMF gibi uluslararası kuruluşlar da, faizsiz finans sistemini ciddi olarak gündemlerine almış durumdalar…’ diye bir ifade kullandı. İşte bizim de tam dediğimiz budur. Mevcut küresel finans sistemi çökmüştür. Bu sistemin DB, IMF, BIS, FED, ECB, rating kuruluşları ve hatta BM gibi en önemli aktörleri kendilerini ayakta tutmak için borç transferi yapmaya çalışmaktadırlar.
Halbuki, mesele bir banka meselesi değildir.
Faizin adını kâr payı, bankanın adını katılım yapmak ise hiç değildir. Sn. Cumhurbaşkanının şu ifadeleri kısmen buna işaret etmektedir: ‘Şayet burada, farklı bir ad altında yine aynı yöntemlerle bankacılık yapılacaksa, niçin bunca zahmete girelim ki?’ Aslında yapacakları da tam budur! Bunun yerine, onca zahmete sistem değişikliği için katlanmak gerekir.
Kısacası, mesele sistem meselesidir.
Mevcut borca dayalı para sistemi lağvedilip yerine taban ekonomisini yerleştirecek adil bir sistem kurulmadığı müddetçe daha çok zihnî gitgeller yaşanır. Sonra, küresel elitlerin kurguladıkları alt sistemlere entegre oluruz. Önemli olan bu işin sistem boyutunu yakalayabilmektir. Çünkü parayı üreten sistemin ta kendisidir ve faiz sistemdedir sistemiktir.
Sonuçta, herşeye rağmen, Sn. Cumhurbaşkanımızın dünkü (26 Şubat 2016) konuşmasını önemsiyorum. Sistem-Faiz sorgulamasına bir yöneliş olmasını diliyorum.
Selam sevgi ve saygılarımla…
Prof. Dr. Mete Gündoğan