İstatistikler tek başına pek bir şey ifade etmezler…
Ancak kıyaslamalar yaparsanız, anlamlandırmaya başlarsınız. O zaman rakamlar konuşmaya başlarlar.
Örneğin konut satış istatistiklerine bakalım. Türkiye’de 2020 Ocak ayında 113 bin 615 konut satılmış.
Bu rakam 2019 Ocak ayına göre %55,8 oranında artmış. Ancak bir önceki aya göre %43,7 azalmış. Onca tedbire ve teşvike rağmen konut satışlarında ciddi bir artış yok.
Diğer yandan, Ocak ayında satılan 113 bin 615 konutun sadece 36 bin 040 adedi ilk konutlar. Yani konut stokundan satılan konutlar. Diğer 77 bin 575 adet konut ise ikinci el konutlar.
Daha önce burada yazdığım bir yazıda yaklaşık 2 milyon adet yeni konutun müşteri beklediğini ifade etmiştim.
Sektörü iyi bilenler hala bu rakamın geçerli olduğunu söylüyorlar.
Diğer bir ifade ile iki milyon konut alıcısını bekliyor.
Bunun ortalama birim değerini 100 bin dolar olarak kabul etseniz, toplamda 200 milyar dolarlık bir para transferinden bahsediyoruz.
Yeni üretilen bir konutun ömrünün de kabaca 60 yıl olduğunu kabul edelim.
Bu durumda 200 milyar dolarlık bir kıymeti 60 yıllığına gömmek için kaynak arıyoruz demektir.
Şimdi tam bu noktada farklı bir istatistiki daha devreye sokalım ve maliyetlere bakalım.
Bina inşaatı maliyet endeksi de yıllık yaklaşık %10.76 oranında arttı. Bunlar 2019 Aralık rakamları.
Yeni yıl ile birlikte gelen zamları da düşündüğümüzde bu rakamın daha da yüksek olduğunu varsayabiliriz.
Şimdi önümüzdeki tablo ne hale geldi yeniden bakalım.
Yaklaşık 2 milyon adet konut müşteri bekliyor. Satış hızı bu konutların kısa zamanda tüketilmesine uygun değil.Bu stokun üç yılda tüketilebilmesi için gereken yıllık para en az 60 milyar dolar.
Ancak bina inşaatı maliyet endeksi de arttığı için müteahhitler konut fiyatlarının düşmesini istemezler.
Çünkü sattıkları malın yerine yenisini aynı mali koşullarda yapamazlar. Durum şu anda kilitlenmiş gibi gözüküyor.
Peki, çözüm ne?
Aslında tam bu noktada devletin iyi bir çalışma yaparak ülkedeki toplam mal ve hizmetlerin yaşam döngülerini hesap etmesi gerekir.
Milyonlarca mal ve hizmet var ve bunların her birinin bir yaşam döngüsü var.
Kimi malların yaşam döngüsü bir iki günle ifade edilecek kadar kısa kimi malların yaşam döngüsü ise on yıllarla ifade edilecek kadar uzun.
İnsanımızın yaşam döngüsü ise ortalama 78 yıl (TÜİK). Bütün bu yaşam döngüleri hesap edilebilir ve hepsi insanın yaşam döngüsüne göre yeniden modellenebilir.
Akabinde yapılacak iş bu yaşam döngülerinin tamamını insana göre temsil edebilecek bir optimum yaşam döngüsü tespit etmektir.
Ülkemize has ve merkezinde insanımız olan optimum bir yaşam döngüsü. İşte bu döngü, ekonominin devinimini temsil eder. Bir bakıma fiziksel ekonominin hızını da temsil eder.
Buradan, fiziksel ekonominin devinimi içerisinde, elinizde var olan konut stoklarını doğal olarak eritecek bir üretim deseni çıkarabilirsiniz.
Bu da size has yani ülkemize has bir fiziksel ekonomi politik oluşturur. Sonra da yapacağınız iş bu fiziksel ekonomi politiğinize uygun para politikası oluşturmaktır.
O fiziksel devinimi temin edecek bir para politikası. Çözüm budur.
Ancak günümüzde bunun tam tersi yapılmaktadır. Büyük bir yatırım yapılmış.
Bu yatırım nereye yapılmış?
Yaşam döngüsü en uzun olan mallara yapılmış. Bina inşaatlarına. Yani ekonomik büyümenin merkezinde binalar var!
Şimdi bu binalar için insanları borçlandırmanın çarelerini araştırıyoruz. Yani her şey bina için.
Her şey insan için değil. Çok garip değil mi! İnsanlar bunun farkında olmasalar bile görünen tablo budur.
Peki, insanlar bu kadar uzun borç taahhütleri altına girmek için ne yapacak?
Öncelikle ekonomiye güven endekslerine bakacaklar. Ekonomik durumun daha iyiye gideceğine inanırlarsa veya en azından mevcut durumun korunacağına inanırlarsa böyle bir borçlanmanın altına girebilirler.
Yoksa niye on yıllarca sürecek bir ipoteğin altına girsinler ki!
Şimdi elinizi vicdanınıza koyun ve etrafınıza bir bakın. Bu konjonktürde ekonominin orta vadede dahi düzelebilme ümidi olabilir mi?
Buna evet diyebilmemiz için bölgemizde barışın kalıcı ve hâkim olması ve dünya ekonomisindeki yavaşlamanın durması gerekir.
Bu da orta vadede mümkün gözükmediğine göre ekonomiye güven endeksinin artarak istikrara kavuşmasını bekleyemeyiz.
İşte size işleri tersinden düşündüğümüzde gelebileceğimiz noktayı da bu şekilde irdelemiş oldum.
Ve ulaştığımız nokta güvensizlik noktasıdır. Kısa zamanda çözülebileceği de mümkün gözükmemektedir.
Şimdi bu durumda önümüzde iki yol oluştu. Ya mevcut halde devam ederek ekonomide güven artırıcı çalışmalar yapacağız. Lakin bu çalışmalar bölgesel ve küresel gelişmelere bağlıdır.
Ya da geleneksel olmayan çok farklı çözümleri hayata geçireceğiz.
Çok çok kaba bir özetle ya önce para politikası oluşturup sonra da onun ekonomi politiğini yapacağız. Fiziksel ekonomik tasarımını ortaya koyacağız.
Ya da önce fiziksel ekonomi politiği oluşturup sonra da ona uygun para politikası oluşturacağız.
Ancak bu işlerin olmazsa olmazı her iki yolun da matematiksel modellerinin oluşturulup test edilmesinden geçer.
Yoksa sadece söyleyerek işler yürümez.
Atasözümüz malum; lafla peynir gemisi yürümez!
Laf da lazım ama o da bir yere kadar. Fazlası bayıyor.
İş, karın doyurmaya gelince lafın kıymeti olmuyor.
Prof. Dr. Mete Gündoğan
…
Bu makale 18 Şubat 2020 tarihinde İndepentedTükçe sitesinde yayınlanmıştır…