Konumuz, en geniş anlamda adalet. Özelde ise, geçimde adaleti konuşuyoruz.
Adalet deyince, bunun sembolize edilmiş hali, terazidir.
Terazi, iki kefesi olan ve bir denkliği ifade eden ölçü aletidir. Terazinin bir kefesinde, hukuki anlamda konuşacak isek, suçlar, diğer kefesinde de cezalar vardır ve bunlar birbirine denk olmalıdır. Eğer bir yerde bir suç varsa ve buna mukabil buna denk bir ceza yoksa, orada adaletten bahsedemeyiz. Keyfilik vardır. Keyfilik, insanların bir arada yaşamasını temin eden bir araç değildir. Bunun iktisadi hayattaki karşılığına gelince, bu makalenin konusu olan, ‘geçimde adalet nasıl gerçekleştiriliyor?’ sorusunun cevabına gelince şunlara bakıyoruz.
Kişilerin, fert fert, ürettiği mal ve hizmetler terazinin bir kefesinde ve diğer kefesinde de bunlara mukabil elde ettiği toplam gelir. Öncelikle burada bir denklik arıyoruz. Burada bir denklik yoksa, o zaman orada bir adaletten söz edemiyoruz. Diyelim ki bir denklik sağlandı, ondan sonra da o denkliğin ölçü kefesinde olan gelirin, o kişinin, içinde bulunduğu toplumda, ihtiyacı olan harcamalarını karşılayıp karşılamadığına bakıyoruz. Eğer karşılamıyorsa, orada da bir sorun olduğunu, adaletin tam olarak gerçekleşmediğini söylüyoruz.
Burada konuşulanları bu çerçeveye oturtmak ve bunları gerçek rakamlarla test etmek, adaletin sağlanıp sağlanmadığı hususunda sonuçlara ulaşmak, işte burada yapılan konuşmaların, kanaatimce ana çerçevesini oluşturuyor.
Çok kıymetli kardeşlerim…
Şimdi bu ana çerçeveyi adalet eksenli olarak oluşturduktan sonra, sizlere çok farklı birkaç soru sorarak başlamak istiyorum.
1-) Adalet için, bütün bu denklikleri kuruyoruz da, peki ya terazinin kendisi bozuk ise ne olacak?
2-) Kullandığımız ölçü ve mizanın kendisi bozuk ise, yanlış bir denkleme oturtturulmuş ise ne olacak?
3-) Biz, terazinin kefelerine bakarak denklik yani adalet arıyoruz. Peki terazinin kendisi yanlış imal edilmiş ise ne olacak?
İşte o zaman dönüp öncelikle terazinin düzeltilmesi işlemini yapmak zorundayız. Bir kalibrasyon yapmak zorundayız. Şimdi bu benzetmeleri konumuz ile ilişkilendirirsek, soracağımız soru şudur.
Bugün, üretilen veya üretilecek olan mal ve hizmetlerin karşılığı olarak kullandığımız para nereden geliyor? Bu para, nasıl üretiliyor veya nasıl yaratılıyor?
Öyle ya, eğer burada bir bozukluk, bir adaletsizlik varsa, bu ölçütü kullanarak yapacağımız bütün ölçümler sorunlu olacaktır. Onun için, öncelikle bunun halledilmesi gerekir. Ben de sizlere, kısaca bu konuyu takdim edeceğim. Konu iyi anlaşılsın ve dağılmasın diye, farklı yorum ve değerlendirmelerden uzak duracağım. Sokaktaki vatandaşa çok sormuş ve çok sordurtmuşumdur: ‘Ülkemizde parayı kim üretiyor?’
Cevaplar her zaman, %90’ların üzerinde, ‘devlet’ olmuştur. Bu cevabı, ‘vatandaş bilmiyor’ olarak da yorumlayabiliriz, ‘vatandaş, olması gerekeni söylüyor’ olarak da yorumlayabiliriz.
Peki işin gerçeği nedir?
İşin gerçeği şudur. Bugün, ölçü aracı olarak kullandığımız parayı, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası A.Ş. üretir. Burada, merkez bankasının yapısı ve kuruluşuna girmeden hemen ‘nasıl üretir’ kısmına girmek istiyorum. Bu konularda yoğun bir bilgi kirliliği ve komplo teorisi üretimi var. Onun için vaktimi bunları ayıklamakla geçirmek istemiyorum. Ama şunu hemen ifade edeyim, bu konuda yakında yeni bir kitabım daha çıkacak. Oradan bütün detayları okuyabilirsiniz. Takip edebilirsiniz.
Peki, Cumhuriyet Merkez Bankası (CMB) neye dayanarak para üretiyor?
En kısa cevap; Anayasamıza dayanarak. Anayasamız (Md.87), para üretme yetkisini TBMM’ye vermiştir. TBMM de bir kanun ile (bu paraların üzerinde de yazar, 14 Ocak 1970 tarih ve 1211 sayılı kanun) CMB’na para üretme izni vermiştir. Üretilen bu paranın da tek resmi tedavül aracı olduğunu bildirmiştir. Yani, bütün yetki Meclis’tedir ve bu Anayasa’da düzenlenmiştir. (167. Md. Tekelleşme ve kartelleşmeyi önler)
Peki, TCMB parayı nasıl üretir ve piyasaya nasıl verir?
Şimdi bunları, birkaç infografik yardımı ile açıklamaya çalışacağım. TCMB, ürettiği kağıt parayı piyasaya (bunlar genellikle bankalardır yani finans piyasasıdır) belli bir faiz ile borç olarak verir. Unutmayalım, faiz borçtadır. Bankalar da belli bir faiz ile satın aldıkları bu borç parayı müşterilerine yani reel ekonomiye yine belli bir faiz ile üretim ya da tüketim kredisi adı altında borç olarak satarlar/verirler. Bugün ölçü aracı olarak kullandığımız paranın piyasada varoluş gerekçesi ve serüveni işte özetle budur. Ben bu sisteme Borca Dayalı Para Sistemi diyorum.
Peki, sorun nedir?
Sorunu ortaya çıkarmak için iki test yapmamız gerekiyor. Birinci testimiz başlangıç noktası (state of nature) testidir. İkincisi de sayısal denklik testidir.
Başlangıç noktası testi nedir?
Diyelim ki CMB ilk başlangıçta, piyasaya 100 milyar lira parayı %10 faiz ile bir yıl vadeli olarak verdi. Vade sonuna kadar da başka para vermeyeceğini açıkladı.
Dönem sonu ne olur?
İşin ta başlangıcı, ve piyasaya 100 milyar lira veren CMB, piyasadan 110 milyar lira geri istiyor!
Bu mümkün mü? Hayır.
Bütün parayı geri iade etseniz bile, toplam 100 milyar lira olur. Faiz olarak istenen ekstra 10 milyar lira yok ki.
Bu durumda, finans piyasası her zaman borçlanmak ve borçlu olmak zorundadır. Bu noktada, hafif bir matematik ile bu senaryoyu analiz edersek, şunu görürüz. Böyle bir yapılanmanın zamana karşı türevini alırsanız, piyasadaki paranın tamamının borç olduğunu görürsünüz. Yani, para varsa borç var. Para yoksa borç yok sonucuna ulaşırsınız. Para=Borç.
Bu başlangıç noktası testi idi. Ve işin başında sistemin yanlış modellendiğini görüyoruz.
İkinci testi de şu şekilde yapalım.
Yine aynı yapılanma üzerinden giderek para kredi rakamlarını test edelim.
CMB’nın (11 Ağustos 2017, Haftalık Para ve Banka İstatistikleri) piyasaya verdiği para yaklaşık 120 milyar liradır.
Peki bankalar piyasaya ne kadar kredi vermiş olabilirler? Normalde beklenen miktar (kasalar ve cepleri düşündüğümüzde) 100 milyar liranın altında olması gerekir. Ama Bankaların piyasaya verdiği kredi miktarının 1 trilyon 300 milyar lira civarında olduğunu görüyoruz! Yani bankalar, 100 milyar lirayı 13 kat artırmışlar. Aynı parayı defalarca satmışlar. Diğer bir ifade ile, bankaların uygulamaları sizin mali politikalarınızın kat be kat üzerinde sonuç doğuruyor!
Haydi buyurun bakalım bu denklemi çözün. Bu nasıl oluyor? Buna kim nasıl ve neden karar verebiliyor!
Bakınız, dikkat çekici temel nokta ‘kim karar veriyor’ sorusudur. Bunun altını çizip devam ediyorum. Önce şu kısmı iyi anlayalım. Bankalar ne yapıyorlar da parayı bu kadar artırabiliyorlar? Siz bir uçak seferinde bir koltuğu 1 kişiye satabilirsiniz. 13 kişiye satarsanız, bu suç olur, sahtekârlık olur.
Şimdi, bu kadar kredi nasıl veriliyor sorusunu iki kademede izah edeyim.
Bu konu makroekonomi kitaplarında, ‘Kısmi Rezerv’, ‘Para Çarpanı’, ‘Kısmi Bankacılık’ başlıkları altında açıklanıyor. Daha da detaylı bilgileri Federal Rezerv Bank’ın internet sitesinde bulmanız mümkündür.
Sistem şu şekilde anlatılıyor. Diyelim ki bir şahıs gidiyor bankaya parasını yatırıyor. Banka, bunun bir kısmını zorunlu karşılık olarak merkez bankasında tutuyor, kalanını ise kredi olarak müşterilerine verebiliyor. Bu krediyi yani parayı alan şahıs da o parayı alışverişte başkalarına veriyor. Başkaları da o parayı alıp yeni bir mevduat olarak bir bankaya yatırıyorlar. O yeni mevduatın da belli bir kısmı zorunlu karşılık olarak merkez bankasında tutuluyor ve kalan kısım yine kredi olarak verilebiliyor. Bu işlemler böyle sürüp gidiyor. Aynı mevduat üzerinden kat be kat para yaratılmış oluyor.
Şimdi burada ifade edildiği şekli esas kabul edersek, kat be kat para yaratmanın da bir sınırı olduğunu anlıyoruz. Bu şekilde kaç kat para yaratılacağını, matematikte geometrik diziler ile hesaplayabiliyoruz.
Şimdi bu kısmın daha iyi anlaşılması için, işlemleri basit bir şekilde sayısallaştırayım. Örneğin Ahmet bankaya 100 lira yatırdı. Burada zorunlu karşılık oranının %10 olduğunu kabul edelim. Banka da Ahmet’e, bankada 100 lirası olduğunu gösteren bir hesap cüzdanı verdi. Sonra banka, o 100 liranın 10 lirasını zorunlu karşılık olarak merkez bankasına yatırdı. Kalan 90 lirayı müşterilerine kredi olarak verdi. Diyelim ki 90 lirayı Behçet kredi olarak bankadan aldı. Alışveriş yaptı ve 90 lira Can’a geçti. Can da gitti o 90 lirayı yeni mevduat olarak bankaya yatırdı. Banka Can’a, bankada 90 lirası olduğunu gösteren bir hesap cüzdanı verdi. Sonra banka, 90 liranın %10’u olan 9 lirayı merkez bankasına yatırdı ve kalan 81 lirayı kredi olarak Demet’e verdi. Böylelikle, aynı 100 liraya karşın hem Ahmet’e ‘bankamızda 100 lirası vardır’ diyen hem de Can’a ‘bankamızda 90 lirası vardır’ diyen hesap cüzdanları verilmiş oldu. Bu işlemler, aynı düzen böyle devam eder gider. Aynı 100 lira, 90, 81, 72.9, … şeklinde azalarak devreder. Ama aynı 100 liraya karşılık toplam mevduat da 100, 190, 271, 343.9, … olarak artmaya devam eder. İşte geometrik dizilerle bunun kümülatifini hesaplayabiliriz.
Bu anlatım, Kısmi Rezerv’in kitaplara yansıyan adeta resmi anlatımıdır. Bunlar anlatılırken, bankaların para yaratmadığı, sadece aracı kurumlar olduğu ve bir bütün olarak hareket ettiği de ifade edilir.
Ancak bankalarda yapılan milyarlarca işlem tek tek takip edilemediği için banka iki ‘ayrıcalıklı’ operasyonu daha de facto yürütür. Birincisi, zorunlu karşılıklar ile ilgilidir. İkincisi ise bilançolar ile ilgilidir.
Önce zorunlu karşılıklar ile ilgili olanı ifade edeyim.
Daha önce de ifade ettiğim gibi, banka kendisine gelen mevduatın belli bir oranını zorunlu karşılık olarak merkez bankasına yatırır. Yani banka, kendisine yatırılan 100 liralık mevduatın 10 lirasını Merkez bankasına yatırır. Tersten okursak, merkez bankasına 10 lira yatıran banka, bana 100 liralık mevduat yatırıldı demiş olur.
Peki, kendisine gelen 100 liranın tamamını merkez bankasına zorunlu karşılık olarak yatırırsa ne olur? Bu nasıl yorumlanıyor?
Merkez bankasına 100 lira zorunlu karşılık yatıran banka, aslında bana 1000 liralık mevduat yatırıldı demiş olur. 50 lira zorunlu karşılık yatırsa, banka 500 liralık mevduat topladı olarak kabul edilir.
Bakınız, diyelim ki banka kendisine gelen paraları merkez bankasına zorunlu karşılık olarak sürekli yatırdı. Acaba, üç beş döngü sonrasında kendisinde ne kadar mevduat potansiyeli oluşturabilir? Yüz, bin, on bin, yüz bin, bir milyon…!
Diyeceksiniz ki ‘eee, n’olmuş?’
Ne mi olmuş?!
Birincisi, banka istediği miktarda istediği zaman kredi yaratabiliyor. Bu durum onun açık göstergesi. Çünkü kısmi rezerv uygulamasını tersinden çalıştırabiliyor! Bu takdirde, gelen 100 lira için azalan bir şekilde para çarpanı hesabı tamamen ortadan kalkmış oluyor. Yani geometrik diziler ile hesap yapmamız tamamen yalan oluyor. Bir aldatmacadan ibaret oluyor. Daha ne olsun!
İşte şimdi tam bu noktada, bilançolar ile ilgili olan, bankaların yaptığı ikinci operasyonun da bilinmesi gerekir.
Şimdi banka, bir şahsa borç para verdiği zaman yani kredi açtığı zaman, o şahsa aynı zamanda bir mevduat hesabı açıyor. O krediyi, şahsın mevduat hesabına yazıyor. Şahsın mevduat hesabında, borç aldığı miktar kadar parası gözüküyor. Tersten okursak! Banka bize şunu demiş oluyor; bu şahıs bana bu miktarda mevduat yatırdı! Aslında o miktarda mevduat yatırmadı. Ama banka bu işleme, yatırdı diye icraat yapıyor.
Diyelim ki Ahmet 100,000 lira yatırdı demiş oluyor. Bankanın bu işlem sonucu bilançosuna baktığınızda siz şunları görüyorsunuz. Aktifleri 100,000 TL artmış, çünkü Ahmet’ten 100,000 TL mevduat aldı. Pasifleri de 100,000 TL artmış çünkü Ahmet’e 100,000 TL kredi verdi. Yani Ahmet’e kredi miktarı kadar parayı ödeme yükümlülüğü var.
Şimdi banka, bu işlemlerle ne yapmış oluyor? Bir kalem oynatması ile istediği miktarda parayı istediği gibi yaratmış oluyor.
Diyebilirsiniz ki ya hu Hocam, bankacılık böyle bir şey zaten. Güvene dayanır ve böyle bir yetki kullanır. İyi ama, neye, ne zaman ve ne kadar para yaratılacağının kararını niçin bankalar versin. Parlamento var. Parlamentodan çıkan Hükümet diye bir şey var. Maliye politikası uyguluyor. Bugün bankalar 1.3 trilyon lira yaratmış vermiş. Bu kararı niye onlar veriyor? Yetki, TBMM’nde!
Değerli dostlarım,
Bu işlemler esnasında ipotek edilen ev, arsa, araba vb gibi kıymetler konusu ise apayrı bir facia. Öncelikle şunu bilmemiz lazım. Bu teminatlar olmasa da bu işlemler yapılabiliyor. Ancak olayı tersinden okuduğumuzda gördüğümüz şudur. Bankalar, kişilerin ellerindeki kazanımlarını/haklarını çok çok ucuza aslında satın almaktadırlar. Diyelim ki 50,000TL araç kredisi alacaksınız. Banka sizin 200,000TL ederindeki evinize ipotek koyuyor. Tersinden okursak, Banka sizin 200,000TL ederindeki evinizi, 50,000TL’ye satın alıyor. Çünkü geri ödeyemezseniz, sonuçta olacak olan budur.
Ve banka bunu, kanunların ona verdiği yetki ile yapıyor. Bu kanunları da millet kendi seçtiği milletvekilleri aracılığıyla TBMM’nde yapıyor.
Şimdi neticede, ayrı ayrı ifade etmiş olduğum bu fonksiyonları bir sistematik içinde birlikte ifade ederek konuyu toparlayayım. İzninizle şunu hatırlatmak isterim. Bu anlattıklarımın detayları da var ve ben bu detaylara hakim biriyim. 25 yıldır bu konuda çalışıyorum ve ancak bu şekilde özetleyebiliyorum.
Merkez bankası özel bir şirket olarak TBMM kararıyla kuruluyor. Ülkede kullanılan parayı basma ve dolaşıma sokma ayrıcalığını alıyor. Bastığı her banknotu (parayı) piyasaya borç olarak (bir faiz mukabilinde) veriyor. Kısacası merkez bankası para yaratıyor ve satıyor. Bankalar da bu parayı kısmi rezerv sistemi kisvesi altında kat be kat artırıyor. Yani kayıtlarında para yaratıyor. Ülkemizde şimdilik, merkez bankasının yarattığı paranın 12-13 katını bankalar havadan yaratma kararını veriyorlar. Çünkü banka, kredi (borç) verdiği anda, o kredi miktarı parayı havadan yaratmış oluyor. Yani çoklu bir sistem iç içe çalışıyor.
Banknot diyorum, çünkü CMB banknot basarken, ülkemizde bozuk para dediğimiz paraları Darphane basar. Tam adıyla; T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı’na bağlı Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü’dür. Yani, piyasadaki toplam paranın yaklaşık %2’sini oluşturan bozuk paralar, tam olarak devletindir. Hazine tarafından, tedavüle çıkarılacak madenî paraların itibarî değerleri tedavüle çıktığı yılda bütçeye gelir kaydedilir. Bu sebepten dolayı da ‘i’ kelimesi farkı vardır.
Ne ironiktir ki, bu sistemi aslında bizler kendimiz kurduk. Bütün bunlar yasalar çerçevesinde yapılıyor. Yasaları yapanlar da bizim oylarımızla seçilen milletvekilleri. Dolayısıyla, ölçüsü bozuk diye şikâyet ettiğimiz elbiseyi biz kendimiz diktirmiş oluyoruz.
Ancak yasama dönemleri, borçlanma dönemlerine nazaran çok kısa olduğu için yasayı yapanların uygulamayı görme, takip etme ve denetleme şansları olmuyor. Birkaç dönem sonra seçilen yeni milletvekilleri de karşılarında yasayı değil teamül haline dönüşmüş olan uygulamaları buluyorlar. Bu durumu sorgulamıyorlar veya ilgi alanları dışında kaldığı için araştırmak akıllarına gelmiyor.
Bütün bu anlatımlarımdan, sakın CMB’nı dağıtalım. Bankaları kapatalım dağıtalım vs hükümleri çıkarmayın. Böyle bir şey söylemiyorum. Bütün bunları yeniden adil bir şekilde düzenleyelim. Bunlar Anayasa değişikliği ve kanunlar ile yeniden düzenlenebilir. Para yaratılması ve kullanılmasına karar verme yetkisi Parlamentonundur. Yani milletindir. Yapılacak düzenlemeler ile bu işin matematiğini doğru bir denkleme oturturuz. Sistem tıkır tıkır adil bir şekilde işler. Mevcut haliyle para üretiminin matematiği/modeli yanlıştır.
Eğer burada bir adalet sağlanmazsa, bakın adım adım ne olur!
Adım adım daha da köleleşiriz. Keyfilik artar. Kurumların her biri bir dükalığa bir imparatorluğa evrilmeye başlarlar.
Şimdi size küçük bir örnek göstereyim.
CMB’nın 2011 tarihli, ‘Dünden Bugüne Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’ başlıklı bir dokümanı var. Web sitelerinde, Banka Hakkında sekmesinin altında bir link olarak verilmiş. Oradan indirilebilir. Ben indirdim. Bu konuşmadan sonra kaldırılmadan siz de indirin.
Orada, 7. Sayfada diyor ki:
‘Merkez Bankası ve Banknot Basımı Anayasanın ilgili maddesine göre Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olan banknot basılmasına karar verme yetkisi Meclis tarafından Merkez Bankasına devredilmiştir. Bu kapsamda ve Merkez Bankası Kanunu’nda belirtildiği üzere, Banka Türkiye’de banknot basım ve ihraç yetkisine tek elden sahiptir.’
Eğer TBMM, Anayasa’da tespit edilen yetkilerine sahip çıkmazsa, işte bir şirket kalkar bu şekilde yetkiyi kendi kendine alır. Bir Anayasa hükmü ancak Anayasa değişikliği ile ortadan kalkar ya da değişir. Siz bunu buraya yazarak değiştirmiş olmazsınız. Ama sizler, bizler karşı çıkmazsak ‘ben yaptım oldu’ hüküm sürer gider.
Sevgili Kardeşlerim
Ankara yerleşik bir akademisyenim. Bu konularda çok daha detaylı çalışmalarım ve çözüm önerilerim vardır. Bu herkesi ilgilendirdiği için her yere gidip anlatıyorum. Adalet kurultayının çok isabetli bir şekilde bu konuyu da gündemine aldığı için müteşekkirim. Sistemden faizi atmamız lazım. Çünkü faiz en büyük zulüm aracıdır.
Aslında, daha geniş bir perspektiften bakarsak, bu bir güç mücadelesidir. Şu soruların cevabı, bu gücü tanımlar:
Kullandığımız para kimindir?
Piyasada ne kadar para yaratılacağına kim karar veriyor?
Devletin ne kadar borçlandırılacağına kim karar veriyor?
Bu gün itibarıyla, içinde bulunduğumuz Borca Dayalı Para Sistemi dolayısıyla, bu güç TBMM’nin elinde değildir. TBMM belki de bu gücün farkında da değildir. Halbuki, Milleti de Devleti de TBMM temsil etmelidir. Bu gücü de eline almalıdır. Anayasa ve yasalarda yapılacak şeffaf düzenlemeler ve uygulamalar ile bu güç Milletin ya da Devletin elinde olmalıdır.
Çünkü para, iktisatta her şeyin ölçüsüdür. Ölçünün kendisi bozuk ise, onun üzerine kurgulanan hiçbir denklikte adaletten söz edemeyiz. Para, bir avuç adamın elinde dolaşan bir devlet olmaktan çıkarılmalıdır.
Anayasa ve yasalarda yapılacak birkaç düzenleme ile bu konular çok kolay bir şekilde hallolur.
Hepinize sevgi ve saygılarımı arz ediyorum.
Allaha emanet olunuz.
…
Prof. Dr. Mete Gündoğan