Etiyopya’daki kahve işçileri tarlalarda döktükleri alın terinin karşılığında her gün yalnızca 1 dolar kazanabiliyor.
Dünyanın beşinci büyük kahve üreticisi olan ülkede yaklaşık 15 milyon kişi bu sektörde kazandığı parayla geçimini sağlamaya çalışıyor.
Çoğunluğu küçük tarlalara sahip olan üreticilerin en büyük sıkıntısı ise dünya pazarında yüksek fiyatlardan satılan kahvenin ellerinden yok pahasına çıkması.
“Bu devirde de kölelik mi kaldı?”, demeyelim.
Kapital finansın temel amacı; insanlığın halk edildiği üç boyutlu yaşam alanını işgal etmektir. Başta, insan olmak üzere, tüm canlı yaşam formlarını da köleleştirmektir. Öylesine; bolluğun, bereketin var olduğu, biricik arzımız üzerinde, kısıtlı tutulan tek şey ise, hep “para” olmuştur.
Bir düşünelim: Tarlalarda tonlarca mahsül var. Hatta çoğu kez duyarız/görürüz, denizlere, derelere dökülen canım meyve ve sebzeleri… Zulme şahit oluruz.
Şöyle alabildiğine çevremize bir bakalım. Beyaz eşya, mobilya, giyim, oyuncak ve spor mağazaları mamüllerle dolu. Marketler envai çeşit ürünlerle; oto galerileri, otomobil ve araçlarla dolu. İnşaatlar, satışa arz edilmiş halde alıcısını bekliyor.
Diğer tarafta, genç ve çalışabilecek nüfusun varlığı, işgücü/emek potansiyeli malumunuz. İşte tam da bu noktada; her şeyin var olduğunu, ancak; mal ve hizmetlerin yanında iktisadi faaliyetler için gerekli olan paranın kısıtlı tutulduğunu görüyoruz. Öylesine bir kısıt ki; maalesef, iktisadi faaliyetlere engel olur derecesinde…
Para, sonuç itibariyle insan tarafından imal edilen ve maliyeti çok düşük olan bir şey olmasına rağmen, kısıtlı tutularak 21.yüzyıl köleleştirme operasyonlarının acımasızca işlemesine ve masum hayatların kararmasına sebep oluyor. Takdir edersiniz ki; burada sorun parada değil, paranın yaklaşık 1/10 ~ 1/30 oranında kısıtlı tutulmasındadır.
Kısıtlılık oranı derecesinde insanın yaşam kalitesi olumsuz etkilenmektedir. Bunun açılımı, ortalama bugünkü yaşam koşullarımızın en az 10 ila 30 katı daha iyi şartlarda yaşayabileceğimiz halde, mevcut şekilde yaşamayı kabul ediyor oluşumuzdur.
Neye göre?
Hakka, hukuka göre tabi. Bu da; dünyanın yaşanabilir bir küre haline gelmesi anlamına gelir. İsyan etmeyen, gülen, terör ve diğer olumsuzluklardan arındırılmış bir dünya, bu olumsuzlukların kararlı bir şekilde dışlanması ile mümkündür.
İktisadi açıdan bakıldığında neler oluyor daha iyi anlayalım. Para kısıtlılık hali ile toplumu oluşturan insanların ihtiyaç katsayısını arttırıyor. Bu durum da; toplumda fitne atmosferi oluşturmaktadır. Zira paranın sisteme giriş biçimi fitnenin fitili niteliğindedir. Öyle ki; para, topluma tavandan/tepeden itibaren yayılır. Oysa olması gereken tabandan yukarı doğru hareket etmesidir. Para dediğimiz şey sadece değer ölçüm aracıdır/öyle olmalıdır. Zaten; iktisadi bilimler, paranın değişim ve değer ölçüm aracı olduğu bilgisini veriyor.
O halde; mutlak manada para yok ise nasıl oluyor da bütün alacaklılar, haciz yolu ile alacaklarını tahsil edebiliyor? Günümüzde gerçek kişilerin birbirine borç verme durumu artık değişmiştir. Borçlanmalar genellikle tüzel kişilikler (banka, factoring vb finans kurumları) üzerinden gerçekleşmektedir.
Haciz/icra müessesesinin çalıştığı hemen her hukuki süreç sonucu alacaklılar, alacaklarını büyük oranda tahsil etmektedirler. Bu durumun tekelleşmesi borçlandırmanın adeta bir sektör haline gelmesinin elbette manidar bir karşılığı vardır.
Demek oluyor ki; borcu olanın, borcuna karşılık sahip olduğu kıymetli bir şeyleri var ve bu karşılığın paraya çevrilebilmesi “efendilerin” işlerine gelmiyor.
Nihayetinde insanlık kademe, kademe, coğrafya, coğrafya bu kâğıt parçacıklarına köle haline getiriliyor.
Elbette para, mal ve hizmet döngüsünün dengeleyici formülleri var/vardır. Hatta; ülkemizde geliştirilmiş, “Doğal İktisat Döngüsü” adı altında kurgulanmış, akademik olarak hazır iktisadi projeler vardır. Bu tür çalışmalar, ülkemiz aydınlarının zulme karşı reaksiyon göstermeleri bakımından onur vericidir. Tabi, öncelikli hedef temiz bir akla sahip olabilmektir. Zihniyetlerimiz üzerindeki tortulaşmalardan kurtulmaktır. Önce; insan (fıtrat üzere), sonra Müslüman bir bakışı etkinleştirmeli, aksiyonel hale getirebilmeliyiz.
O halde tekrar başa dönelim. Sakin ola ki; kölelik eskide kaldı demek gafletine düşerek ilgili haberdeki mazlum ve zavallı insanların veballerini boynumuzda taşımayalım.
Yazımızı Şuayb Peygamberin diliyle verilmiş olup bizi de bağlayan Kur’’anî bir ölçüyle bağlayalım:
“…Ölçüyü tartıyı tam yapın. İnsanların mallarının/emeklerinin değerleri ile oynamayın; azaltarak düşürmeyin. Vahiy ölçüleriyle düzeltildikten sonra ülkenizde sosyal/ekonomik krizler çıkarmayın…”
Sadık USLU