İlk insan Hz. Adem’in yeryüzüne indirilişinden bugüne gelinceye değin, “alışveriş, para, finans” hususlara dair çok açık ilahi uyarılar ve ibretler vardır.
İnsanın, ceza olarak gönderildiği dünyanın, Hz. Adem için manen bir kıymeti yoktu belki. Bu bakışın, günümüz insanının değer anlayışından çok uzak olduğu belli ve açıktır. Zira; başımızı sokacağımız bir ev, işimize gideceğimiz bir otomobil, bizleri gereğinden fazla mutlu edebiliyor. Bu mukayese; hakikati gizleme, görmezden gelme gibi hallerin, bedelinin tahayyülü ve anlaşılması açısından önemlidir.
İlahi kitap Kuranda geçen “az pahanın” boyutu nedir? Hangi referansa göre karar vermeliyiz? Bilemiyoruz. Hayatın akışına bırakamayız…
…
Paha; bedel, fiyat, eder anlamlarına da gelen bir kelimedir. Anlamsal olarak bu üç kelimenin toplamından daha geniş bir kavramdır. Alışverişin dikkatini ödenecek karşılığa/paraya çeker. Paha – Pahalı ifadesinden, mal ya da hizmetin sağlayacağı yararın, daha üzerinde bir değere karşılık geldiğini anlarız.
Yani bir mal ya da hizmetin, olması gerektiğinden daha yüksek bir fiyata alınması; ya da satılması anlamını kapsar. Pahalı olma durumundaki bu fazlalık, fiyata konu olan varlığın, finansal durumuna da delalet eder. Finans, fiyatı arttıran farklılıklardan beslenir. Zira finans kavramı köken olarak, Fransızca “maliye” sözcüğünden gelir. “Ceza kesmek”, “vergi ödemek” fiillerinden türetilmiştir. Muhatabını tahakküm altında tutar, ona yaptırım telkin eder.
Bu bakımdan, fiyatın üzerine eklenen her tutar, mal ya da hizmeti pahalı hale getirir. Günümüzde ihtiyaç duyduğumuz her şey bu anlamda pahalıdır. Nitekim yiyecek, içecek, giyim gibi geçim için gerekli olan maddelerin pahalı olması “hayat pahalılığı” deyimini de dilimize yerleştirmiştir. İnsan hayatı ve yaşamsal faaliyetler üzerinden zamana sirayet eden pahalılık, teknik gelişmelerle birlikte daha da türevselleşmiştir. Pahalılığın, zamana sirayet etmesine “faizli, vadeli işlem” diyoruz.
Finansal anlamda ifade edilen fark, alış verişin diğer kısmındaki eksik ya da fazlalık anlamında, haklılığını peşinen refüze etmiş oluyor.
Ticaretin içinde bir karadelik gibi, iktisadi döngüyü yok eden bu farkların takibinin yapıldığı bankacılık sistemi, tüm üretim sektörlerinin de üzerinde ayrıca sektörleşmiştir.
Geçmişten günümüze vadeli çek ve senetli satışların çoğunun, bankacılık sektörünün güdümünde olduğunu biliyoruz. Tüccarın evrak yoğunluğu nedeniyle takibinde zorlandığı, tahsilat için senet ve çeklerini bankalar üzerinden nakde dönüştürdüğü klasik yöntemlerden biridir. Günümüz ticaretinde salt, safiyâne bu hususlara dikkat eden nadir kimse kalmıştır.
Edindiğimiz tecrübeler gösterdi ki senet, çek takibi ve tahsilatı, ekseriyetle bankalar üzerinden gerçekleşiyordu. Sisteme bankacılık sektörü müdahale ettiği an, finansal maliyetler devreye girmeye başlıyor. Senet ve çek gibi kıymetli evraklar bloke ediliyor, açılan mevduat hesapları belli oranda kesintiler karşılığında, tüccarın kullanımına sunuluyordu.
Buna ister faiz ister vade farkı isterseniz finansal hizmet maliyeti bedeli diyebilirsiniz. Ancak tüccar, satacağı malın fiyatının üzerine, yerine koyma maliyetinden endişe ederek, fark koymak ihtiyacı duyar. Burada haklı ya da haksız ek bir maliyet oluşuyor. Haklı ya da haksız diyorum. Çünkü, finansal açıdan hak konusu, çok hassas olunan bir şey değildir. Finans sistemi açısından, kendi oluşturdukları şartlar üzerinden yapılan mutabakatlar/dayatmalar ölçü kabul edilir. Dolayısıyla; finansal sistemde doğrudan bir hak arayışı yoktur ve olmamıştır.
Bunun yansıması ifadeler çoktur!
“Paranın dini olmaz”, “Ticarette gaddar olacaksın”, “Acıma! Acırsan; acınacak hale gelirsin” gibi cümleleri… Bu yargılayıcı ifadeler de; tıpkı “hayat pahalılığı” gibi kalıplaşma sürecinde, deyimleşmektedir. Dolayısıyla; finans olgusunun helalliği de tartışılır boyuttadır. Özellikle; “finans olgusu” diyorum. Burada kastettiğim şey “para” değildir. Paranın, finans tahakkümündan kurtulması, kurtarılması iktisaden gereklidir.
Sadık USLU