İktisat Hareketi bir kadro hareketidir. İnsanların istikameti ve bilgi birimi birikimi ile ilgilenir.

İkti̇sadi̇ Si̇stemde ‘Mor İnek’ Yaklaşımı

Nereden çıktı şimdi mor inek demeyin. Arıyor insan. Hele, hayat memat meselesiyse…

Seth Godin; Mor İnek Yaklaşımı ile ilgili kısa hikayesini şöyle anlatır: “Yol kenarında bir inek görüyorsunuz ve aracınızı sürmeye devam ediyorsunuz. Çünkü öncesinde daha bir çok inek görmüştünüz. Kim aracını bir kenara çeker de: Ah, bak bir inek, der ki? Kimse… Peki, bu inek mor olsaydı..! Bu hakikaten de harika bir özel etki, değil mi? Eğer; ineğin rengi mor olsaydı, bir süreliğine onu fark ederdiniz. Büyük ihtimalle aracınızı durdurur, bakma ihtiyacı duyardınız.” Godin, burada bütün inek ırkından bahsetmiyor tabi. Sadece gördüğü sürünün içindeki bir tek ineği konu ediyor. Bu yaklaşımdaki ana temayı; özgün olmak, işlerlik kazanmak ve farklılığın zenginliğinden istifade etmek, olarak anlamalıyız.

24 Haziran seçimleriyle, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilerek, küresel sömürünün kontrolündeki böl, parçala ve yut modeline çanak tutan anlayışı; milletimiz elinin tersiyle itmiş ve tarihe gömmüştür. Böylece; devletin yönetim şekliyle yeniden yapılanacak birimlerde, inovatif yaklaşımların kapıları da aralanmıştır. Devletin, içinde olacağı tüm mekanizmalar tepeden tırnağa yenilenmeli, başta iktisadi ve ekonomik olmak üzere; eğitim, sağlık ve askeri alanlarda yeni ve özgün modellere yönelim sağlanmalıdır.

Devlet; sosyal, kültürel, siyasi, askeri ve iktisadi fonksiyonları bir arada bulunduran örgütlenme yapısıdır. Devletin içinde bulunduğu kurumlar, hem kendi bünyelerinde, hem de özel sektörle rekabet halinde olmak durumunda olmuşlardır. Bu rekabetin etkisi, özel sektörde zaman zaman ‘Mor İnek Yaklaşımı’nı gündeme taşımış, cazip ve dinamik halde tutulmak istenmiştir. Özellikle; eğitim sistemi, bir dönem özel sektörle uyum içerisinde yürütülmüştür. Klasik müfredatın ÖSYM sınavlarına hitap etmeyişi, özel dershanelere can suyu olmuştur. Zira; devlet okullarında yetişmiş öğretmenlerin, özel dershanelerde görev yaparken farklı yöntem ve uygulamalarla motivasyon sağlamaları beklenmemeliydi. Bu dönemde özel dershanelere zorlama özel statüler verilerek ileri imkanlar oluşturulmuştur. Gerçeğe aykırı, sunî bir “Mor İnek Yaklaşımı” örneği sergilenmiş, gerek devlet, gerekse milletimiz bu yolla özellikle; FETÖ unsurları tarafından yıllarca söğüşlenmiştir. Sonuç; soru hırsızlıkları, arsızlıklar… Tek kelimeyle; Fiyasko!

Bu fiyasko; özel dershanelerin sıfır toleransla devlet kontrolüne geçilmesi sürecini doğurmuştur. Tıpkı; Gauso deneyinde olduğu gibi.

Gause 1930 yılında küçük organizmalar üzerinde bir dizi deney yapar. Cam kavanoz içerisine koyduğu az miktarda yiyecekle birlikte; aynı familyadan; ama, farklı türlerden iki tane tek hücreli canlı yerleştirir. İki farklı türden canlının birbirleriyle dayanışma içerisine girdiğini ve yiyecekleri dengeli bir şekilde paylaştıklarını izler. Gause, bu kez cam kavanozun içerisine aynı familyadan ve aynı türden iki tane tek hücreli canlıyla birlikte, sınırlı miktarda yiyecek koyar. Bu kez aynı familya ve aynı türden olan iki canlının birbirleriyle savaştıklarını ve birbirini öldürdüklerini izlemiştir. Nihayetinde; aynı familyadan farklı türler birbirine yaşam imkanı sunarken; aynı familyadan aynı türler ise birbirlerini yok etmişlerdir.

İlahi, SünnetUllah… 

Nitekim; 2013 yılında başlayan dershaneler krizi ve siyasi iradenin aldığı kapatma kararı, milletimizin ufkunu tahakküm altında tutan perdenin daha bir aralanmasına vesile oldu. Dershanelerin yapısal ve işleyiş bakımından tamamen devletin kontrolüne geçiş sureci, ayni türden iki organizmanın bir birini yok etmesinden öte bir şey değildi. Bu aynı olma durumu, sanki farklıymışçasına, yıllarca; milletin imkânlarının sömürülmesine neden olurken, diğer yandan farklılığın zenginliğinden de mahrum bırakıyordu. Çünkü; bu yanılsama eğitim sektörüne gerçek anlamda inovasyon içeren bir yapılanma zemini sunamamıştı. Bu zenginlik gerektiği gibi sunulabilseydi, yıllardır uygulanmakta olan bu eğitim sisteminin faydalarını da yaşıyor olacaktık.

Tabi; bu sürecin farklı domino etkileri vardı ve perde aralanmaktan da öte adeta yırtılıyordu.

1 Ocak 2013’te İstanbul Atatürk Havalimanı’na Gana’dan İran’a giden bir uçak inmişti. Gümrük müfettişleri uçağa girmiş ve içinde 1 tonun üzerinde külçe altının var olduğunu görmüşlerdi. Görevliler uçağı ve kargoyu mühür ve tutanakla bağladılar. Sonrasında, uçak çeşitli formaliteler nedeniyle yaklaşık üç hafta alıkonululur. Bu silsile devletimizin iktisadi yapısına sirayet etmiş ve finansal operasyonlara kadar uzamıştır. Sözde devlet bankası adını taşıyan fakat diğer tüm bankalarla ayni türden bir bankanın içinde olduğu ABD operasyonu, Reza Zarrab davasını, birden Hakan Atilla davasına dönüştürüvermisti.

Öyle ya! Gauso yukarıdaki deneyi boşuna yapmamıştı. Küresel sistemin, sömüren, yok eden ayni türden hangi bankası devlete ait ve kamuya dost olabilirdi ki?

Bu nedenledir ki; Hazine ve Maliye Bakanlığımızın ekonomik sistem ve iktisadi model üretimi konusunda inovasyona yönelik yaklaşımlara ağırlık ve önem vermesi faydalı olacaktır. Başka bir ifadeyle; iktisatçıların bir türlü vazgeçemedikleri köhnemiş değer sayımlarından nasıl kurtulmaları gerektiğinin yolları aranmalıdır. Özellikle; borca ve faize dayalı iktisadın olmazsa olmaz bir sistem olduğuna iman etmiş onbinlerce iktisatçının içinde bulundukları biçare halleri acınasıdır. Toplumun en az %90’ının Müslüman olduğu gerçeğinden hareketle; özellikle faiz konusundaki ayeti kerimelerin tesir etmediği bir zaman ve bunca katılaşmış yürekten hakiki manada ümmet oluşabilir mi?

Burada toplumumuzun kumar zafiyetlerinin de mercek altına alınması gerekliliği akla yatıyor. Aslında bu başlı başına bir tez konusu olmalı. Çünkü; mevcut iktisat sistemi, parayı faizle arz ediyor. Sonra geri ödenmesi aşamasında artı faiziyle birlikte olduğundan toplumu geriyor. Ve aldığının üzerine faizle birlikte ödeme zorunluluğunu getiriyor. İktisadi sistem sürekli borçla alınan paranın kullanımı ve karşılığında kat kat faizi ödettiğinden toplum içerisinde kumar mantığında çalıştırılmaktadır. Bu durumda sistem içinde rızkını kazanmakta olan büyük çoğunluğu Müslüman olan insanlar, dev bir kumar masasının etrafında oturmaktan farksız, yine aynı masada kumar oynadıkları, milyonlarca insandan nasıl fazla para alırım da bankaya/masaya borcumu öderimin korkusunu ve kazanmanın da bir o kadar hırsını/heyecanını yaşıyor. Yazık!

Asıl iş bitirici soru şudur: Dünyada bankacılık sistemini ilk kuran siz olsaydınız, nasıl bir sistem kurardınız?

Kahir ekseriyet Borca Dayalı Para Sistemini (BDPS) farklı rezerv metotlarıyla taklit edecektir. Kimi doları, kimi altını, kimi yuanı rezerv karşılık olarak kabul edecektir. Ancak sistemin döngüsel sekli hep ayni olacaktır. Kredi artı faizle para arzı… Bu yaklaşımın Mor İnek Yaklaşımı olması mümkün değildir. Tıpkı özel dershaneler de yaşanan akıbete benzer bir akıbet de devlet ve özel bankacılık sistemleri üzerinde teğet haldedir. Zira; devlet bankacılığı ve katılım bankacılığı adı altında uygulanmakta olan kör, topal ve sağır yaklaşımlar aslında aynı türden olan bankacılık sisteminde Milli Para söylemini sadece slogan halinde tutacaktır.

Devlet, finansal olarak; bankacılık düzenini faizsiz ve mevcut borca dayalı sistemden izole bir yapılanma şeklinde milli hale getirmedikçe her türlü organizasyonu fiyaskoyla sonuçlanacaktır. Çünkü; Devlet, devlet gibi olmalıdır. Devletin kendi sınırları içinde bir benzeri olmamalıdır.

Hani; şimdilerde “Devleti Anonim Şirket gibi yöneteceğiz” diyoruz…
Aman ha! En nihayeti böyle olmasın…
Biz, millet olarak bu devleti çok sevdik.

Selam ve dua ile

Sadık USLU

Bir yanıt yazın