İlk insan Hz. Âdem’in iki oğlu Allah’a birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti.
Kurbanı kabul edilmeyen Kabil, kardeşi Habil’e; “Andolsun seni mutlaka öldüreceğim” demişti. Habil de; “Allah, ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder” demişti.
Kurban, kurb kökünden gelir ve yakın olmak, yakınlaşmak anlamlarını içerir. Allah (cc), Hz Adem’in oğullarına birer kurban emretmişti. Onlardan birinin kurbanı kabul edilirken, diğerinin ki kabul görülmemişti. Kavramın kökünden de anlaşılacağı üzere, kurbanı kabul edilen Allah’a (cc) yakın olmayı; yani Allah (cc)’nin rızasını kazanmıştı. Diğeri ise kaybedenlerden olmuştu.
Bir anlamda; biri “Allah’a yakın olabilmeyi, O (cc)’nun rızasını kazanmayı” “satın almayı” başarmış, diğeri ise bu yakınlığı kazanamamıştı. Konuyu; salt değer, kıymet, arz (para) kavramının doğru anlaşılabilmesi açısından incelediğimizde, ancak bu şekilde bir projeksiyonla açarak genişletmek istiyoruz.
Kutsal kitaplarla birlikte birçok rivayet de günümüze kadar ulaşmıştır. Hz Adem (as)’ın oğullarından Habil ve Kabil arasında bir rekabete dönüşen dünya koşullarının nihayetinde, mesele kurbanla Allah’ın (cc) rızasına bağlanmıştı. Her ne kadar İsrailiyattan alıntı olarak dini kültürlerin içerisine yerleşmiş olsa da; hususla ilgili detaylar günümüze değin nakledilmiştir. Herhangi bir bağlayıcılığı yoktur. Buna rağmen, günümüzde bir türlü anlaşılamayan para konusuna katkı sunabileceği düşüncesiyle, mantıki bir kıyasta da bulunmak istiyorum. Habil ve Kabil’in biri hayvancılıkla diğeri ise ziraatle uğraştığı ifade edilir. Habil, semiz bir koç kurban ederken, Kabil’in ağaçların dibinden topladığı meyveler ya da kalitesi düşük gıdaları kurban olarak adadığı anlatılır.
Bu kıyastan örnekle; ağaçların dibinden toplanmış, verimlilik açısından gerileme sürecine girmiş meyvelerin, zamanla daha da verimsizleşeceği kaçınılmazdır. Bu görüşün, kadim kültürlerde de yüksek zamanlı para teorisini, yani enflasyonist para değer yaklaşımını reddettiğini görüyoruz. Dolayısıyla mal paralar (meyve, tohum, sebze vs) nitelikli olmak zorundadır.
Niteliksiz; ağaç diplerinde kalmış, hakir görülmüş, kusurlu, kulakları kesik, boynuzu kırık, yaşlanmış, zamanı geçmiş hiçbir nimeti kurban ya da sadaka şeklinde sunmak elbette makbul görülmeyecekti. Pek tabi bunun gibi, modern sürecin; GDO’lu, doğal olmayan, sağlığa zararlı, seri üretime bağlı ekonomik ömrü kusurlu hiçbir mamulünün de bereketi olmayacaktı.
Paranın yapısını da aynı ya da benzer bir bakış açısıyla inceleyebiliriz.
Yukarıda mal para hükmünde saydığımız paralar gibi, itibari paranın da bekletldiği, bloke edildiği yerde sürekli değer yitimine uğraması aynı mesabededir. O halde; sizler enflasyon farkınının, hangi kapsamda bu referansı gidereceğini düşünebilirsiniz ki? Kusurlu, boynuzu kırık, hastalıklı kaç büyükbaş hayvanı kurban ederseniz, Allah’ın rızasına ulaşabilmeyi mümkün kılabilirsiniz?
Enflasyon farkını bu açıdan incelediğimizde, postmodern silsilenin dinin hakikatinin üzerini ne şekilde, nasıl örttüğü gerçeğiyle de karşı karşıya olduğumuzu anlayabiliriz.
…
İlk insandan bu yana Allah’ın bahşettiği nimetler üzerinde algı operasyonlarının cari olduğunu anlıyoruz. Buna rağmen Allah’ın rızasının önemini de… Öyle ki; O (cc)’nun rızasının dışında kalmak insanı cinayete kadar götürebilecek nefsi potansiyeldedir. Buna karşın Allah’ın rızasının kazanılmasının kıymetinin de heninr türlü tehdit ve zulmün karşısında haktan vazgeçmeme mesabesinde oluşu bizlere öğretiliyor.
İslam dininin Kutsal kitabı Kuran da; “Ölçüyü ve tartıyı tam yapın. İnsanların mallarını eksiltmeyin. Düzene sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk etmeyin” diye uyararak öğretmiştir.
Böylece; paranın esas ölçüsünün, alım gücünü eksiltmemek ve Allah’ın rızasını kazanmak olduğunu daha iyi anlıyoruz. Özellikle; tartı, mal paraların takası esnasında bir kayıt (itibar) olarak nakledilir. Tartının itibarı, parasal bir kıymet gibidir. Dolayısıyla; paranın adaleti de alım gücünü korumak üzerine kodlanmalıdır.
Genel geçer yorumlarımızın dışında, Allah kutsal kitabı Kuran da, ölçüye riayet edin diye emrediyor. Ölçü kavramı, canlı ve cansız varlıkların olması gerektiği gibi tasarruf edilmesiyle birlikte, alış verişi doğru yapma, tartıda ve kıyasta hile yapılmaması gibi anlamları da içeriyor. Bu kapsamda kavramın adaleti tesis edici, yapılandırıcı bir istikameti olduğunu görüyoruz. İnsanlar (inananlar) için hayırlı olanın; ölçülü olmak, hiçbir hususta aşırıya kaçmamak, korumak ve kollamak olduğunu anlıyoruz.
Sadık USLU