Bir an şöyle bir şeyleri hayal edelim…
Diyelim ki para sorunu yok. İşgücü, bilgi, teknoloji, arazi, malzemeler ve hammadde bol miktarda var. Bu durumda neler yapabiliriz?
Neler yapmayız ki! Yol, su, enerji gibi bütün altyapı çalışmalarımızı tamamlayabiliriz. Sosyal tesisleri, okulları, çevre düzenlemelerimizi, alışveriş ve iş merkezlerimizi, ibadethanelerimizi, imarethanelerimizi vs. vs. her şeyi en güzel bir şekilde yapar tamamlarız. Her aileye, içinde güzel bir yaşam süreceği bir ev yapabiliriz. Şehirlerimizi adeta yeni baştan inşa ederiz. Herkese hayat boyu eğitim veririz. Birbirini seven, birbirine saygı duyan, yaşamaktan ve yaşamın amacına hizmet etmekten zevk duyan topluluklar haline geliriz. Yepyeni bir düzen oluştururuz.
Halbuki şimdi, sefer tası gibi kat kat binalarda ve daracık sokaklarda sıkışık tepişik yaşamaya çalışıyoruz. Şehirlerimiz bırakın estetiği temel temizlikten bile yoksun. Okullarımız yetersiz. Sosyal alanlarımız yetersiz. Altyapı yetersiz. İnsanlarımız arasındaki sevgi ve saygı hızla azalıyor. Her yerde ve herkeste bir öfke birikimi var. Bir sıkıntı, bir iç daralması var…
Pekiyi, bütün bunlara mecbur muyuz?
Hayır.
Neden böyle oluyor pekiyi?
İşte bu sorunun cevabında ayrışma başlıyor. Bir kısım insanlar, “para yok” diyor. Ondan sonra da bütün bu yaşadığımız olumsuzlukları “para yok”luğundan dolayı meşrulaştırmaya, normalleştirmeye çalışıyorlar.
Biz ise, daha geniş bir açıdan bu arkadaşlara “para yok” dedirten sistemi sorguluyoruz. Yanlışlık “para yok”luğunda değil, parayı kısıt haline getiren sistemde diyoruz. Dediklerimizin ve yazdıklarımızın bir kısmını www.metegundogan.com adresinde bulabilirsiniz.
Bu zamana kadar anlattıklarımıza karşın birçok itirazlar yapıldı ve yapılıyor. Bunların hepsine de cevap verdik. Bu yazımda bu itirazları yapan kimliklere yönelik bir analiz yapmak istiyorum.
Sistem sorgulamasında karşılaştığımız itirazları yapanları üç grupta toplayabiliriz.
Birinci gruptakiler; ekonomi veya finans okumuş olanlardır. Genellikle uzman ve akademisyenlerden oluşuyor. Bu gruptakilerin itirazları okuduklarını sorgulamadan adeta iman eder gibi kabul etmelerinden kaynaklanıyor. Varsayımları adeta ispatlanmış kurallar gibi kabul ediyorlar.
İkinci gruptakiler; mevcut yapının değişmesinin mümkün olmadığına ya da çok büyük bir kaosa neden olacağına inananlardır. Genellikle bürokratlardan ve teknokratlardan oluşuyor. Bunlar bu sistemin bir şekilde böyle sürmesine razı olanlardır. Ha deyince bu sistemin değişemeyeceğine ve değişimin çok uzun yıllar sonra belki yeni anlayışlar ile mümkün olabileceğine inanmaktadırlar.
Üçüncü gruptakiler; onları da “Önce Beni İnandır”cılar olarak tanımlamak istiyorum. Kısacası bunlara “ÖBİ”ler diyorum. Bunlar her bir şeyden yarım yamalak bilgisi olup aslında hiçbir şeyden anlamayandır. Siz anlatınca sanki anlıyormuşcasına tepki veriyorlar. Sonra itirazlarını ya da sorularını dinleyince aslında hiçbir şey anlamadıklarını görüyorsunuz.
Hani, adam Leyla ile Mecnun hikayesini pür dikkat dinledikten sonra sormuş, “ya her şeyi anladım da Leyla Mecnun’un nesi oluyordu onu pek anlamadım”. İşte, “öbi”ler de bunun gibiler oluyor.
Ben anlatımlarımda öbilere hiçbir şey demiyorum. Onlardan bir şey de beklemiyorum. Allah yardımcıları olsun.
Ancak ilk iki gruba diyeceklerim var. Birincisi, özellikle akademisyenlere. İçinde bulunduğumuz ortodoks ekonomi anlayışı ve bankacılık sistemi çökmüştür. Ne alınan tedbirler ne de yapılanlar bu çöküşe çare değildir. Her çöküş bir çıkışın kapısını açar. Çöküşün nedenlerini doğru teşhis edersek, çıkışın temelini de oradan atabiliriz.
Artık ekonominin temel tanımı bile değişmiş ve değişmek zorundadır. Ortodoks anlayışa göre ekonomi, kısıtlı kaynaklar ile insanların sınırsız arzu ve isteklerini yerine getirme (karşılama) çalışmasıdır! Bu tanım yanlıştır. İnsanların arzu ve istekleri sınırsız olabilir ama ihtiyaçları sınırlıdır. Fiziksel gerçeklikler sınırlıdır. Dolayısıyla insanların itiyaçları karşısında var olan kaynaklar çok ama çok boldur. Bunun için de Cenab-ı Allah “israf etmeyin” diye emretmektedir.
Burada yapılması gereken çalışma, mevcut ortodoks ekonomi anlayışının her argümanını test edip ayıklamaktır. Bunu da akademisyenler yapacaktır. Bu tür çalışmalar belki önemli indeksli dergilerde yayınlanmayabilir ancak yeni bir paradigma ve çıkış da böyle olur. Bitmiş tükenmiş bir paradigmanın argümanları ile yeni bir çıkış yapabilmek mümkün değildir. Bize özgü yeni bir paradigma oluşturabiliriz. Bu da yeni bir medeniyet demektir.
İkinci olarak da bürokrat ve teknokratların dikkatini çekmek istiyorum.
Mevcut bankacılık sistemi BDPS/KRS ile malüldür. Borca dayalı olmadan da para üretilebilir. Parayı borca dayalı olarak üretmek onu kısıt haline getirmek demektir. Sonuç, içine düştüğümüz bu sıkıntılı haldir. Kısmi Rezerv Sistemi ise haksız bir şekilde bankalara para üretme gücü vermektedir. Düşünün bir kere. Bir banka bir anda karar verip gerçekte “olmayan” bir parayı bir kişiye veriyor. O kişi de büyük bir fabrika alıyor. Şimdi, bu fabrika kimindir sorusuna rahat bir şekilde o iş adamınındır diyebilir misiniz? Sistemi yeniden organize etmek için bütün yapıları yok etmek ya da yenilemek ve değiştirmek gerekmez. Yapılacak iş virüslü kısımları tedavi etmekten ibarettir. Öyle radikal büyük değişiklikler yapılması gerekmez. Sistemin çok büyük hacimli olması sizi korkutmasın. Mevcut yapının büyüklüğü tuhafınıza gitse bile doğru ile yanlış bir olmaz.
Mevcut sistem yanlış temeller üzerine kuruludur ve yıkılmaya mahkûmdur.
Doğrusunu ortaya koymak için ya da doğru düzenlemeler yapmak için küresel elitlerden izin almanız da gerekmez. Onlar zaten batıyorlar. Batan güneş ile değil doğan güneş ile birlikte olmak daha isabetli olur. Bu da ancak yeni paradigma ile olur.
Lütfen bu konulara biraz daha çalışın, kafa yorun.
Çok basit bir şeyi, BDPS/KRS zulmünü görün artık.
Gönüllü ÖBİ’lerden olmayın.
Selam ve Sevgilerimle…
Prof. Dr. Mete Gündoğan