İktisat Hareketi bir kadro hareketidir. İnsanların istikameti ve bilgi birimi birikimi ile ilgilenir.

Kuantum, yapay zeka ve ilahiyatçılara göre vade farkı

Vade farkını faiz olarak görmeme gerekçesini, alıcı ve satıcının fiyatı belirlemede aralarında anlaşmış olmalarına bağlama yaklaşımı insani ve İslami mi?

Bu yazımı vade farkını İslami olarak caiz görme gerekçesini, alıcı ve satıcının fiyatı belirlemede aralarında anlaşmış olmalarına bağlayan yaklaşıma ithaf ediyorum.

Müşteri, hangi saikle satıcıya ait bir malın fiyatını nasıl belirleyebilir?

Mal üzerinde fiyatı belirleyen kişi, o malın sahibi olmak durumundadır.

Peşin satılan bir malın fiyatını, alıcı belirleyebilir mi?

Tabi ki belirleyemez. Ancak pazarlık yapabilir ve satıcı rıza gösterirse bir miktar daha indirim yaptırmış olur. Buna da birlikte karar verme denmeyip, pazarlık sonucu gerçekleşen satış fiyatı denir. Bunda herhangi bir sorun yoktur. Hatta teşvik vardır.

Bir malın sahipliğine, önce kendini ortak koşup, ardından fiyat belirleyerek o malı satın alma girişimi, muvazaalı ve hiç de ahlaki olmayan bir eylemdir. Kaldı ki malın malikinin, buna rıza göstermesi durumu değiştirmez.

Peki satıcı, yani satılan malın maliki acizse de mi aynı?

Acziyet nedeni önemlidir. Çok sıkışmıştır. Ödemeleri vardır ve yetiştiremiyordur. Ya da pazarının dinamik koşulları sebebiyle mecbur kalmış, istediği gibi fayda zarar ilişkisini gözeterek de malının fiyatını belirleyebilir. Malın zayi/telef olma riski yoksa, herhangi bir tehdit yada baskı olmaksızın ticari ikbalini, en azından yaşam standardını muhafaza edebileceği bir iradeyle etikete istediği fiyatı koyabilir. Elbette, hibe de edebilir.

Fiyatı belirlemede etken unsur, taraflardan kaynaklı değil de iktisadi, ekonomik ya da siyasi bir sistem sorunu ise durum başkadır. Bir başka iradenin (bu ne olursa olsun) mal ve hizmetler üzerindeki tahakkümü altında belirlenen fiyat, bağımsız pazar koşullarından arınmış fiyatlamalardır. Makul seviyenin üzerindeki vergi, faiz, haraç, gasp ve fazlasıyla borçandırma tehdidi gibi unsurların etkisinde belirlenen fiyatlandırmalarda oluşan farklar caiz görülemez. Görülmemelidir. Bu şartlarda, hiçbir mal sahibi,tam anlamıyla malının malikidir, diyemeyiz.

O halde, bir insan/herhangi bir satıcı malın tam anlamıyla maliki olmadığı bir malı nasıl satabilir?

Finansal sistemin, ekonominin işleyişi içerisinde sorun ürettiği (pay istediği) pazarlarda, finansal anlayışın memnun edilme ihtiyacı, alıcı ve satıcıların ihtiyacından daha evla şekilde, taraflara dayatılmaktadır. Böyle hallerde de alıcı ve satıcı kafa kafaya vererek, mevcuttaki finansal sistemin payını (faiz veya haracını) malın fiyatı üzerine ekleyip, kendilerine göre nisbeten cazip bir zaman örgüsünde yeni fiyatı belirlemektedirler. Topluma nüfuz eden pazarın içinde bu anlamda gizli bir el vardır. Tamamen serbest, arz ve talep dengesine göre oluşan bir fiyat düzeni yoktur.

Bu konuyu vade farkı özelinde, tamamen iktisadi ve ekonomik işleyiş üzerinden faize dayandırmak daha kolay olabilirdi. Nitekim İktisat Hareketi, yıllardır konuya açıklık getirici zaman zaman konferansları, yazıları ve paylaşımları olmuştur.

Özellikle Prof Dr Mete Gündoğan başta olmak üzere Yunus Ekşi ve bendenizinde bu hususları içeren çok geniş anlatımları olmuştur. 

Bu yazımda ise, tartışılması gün geçtikçe daha da bayatlaşan, hatta kabak tadı veren bu konuyu farklı bir yaklaşımla nihayetlendirmek istiyorum. Çünkü; bu konuyu önemsiyor ve polemiğe müsait oluşundan dolayı ucuz bir şekle bürünmesini istemiyorum.

Konuya ilgi duyan sözde “İslami finans” adı altında incelemelerde bulunan ilahiyat profesörlerimiz ve hocalarımızdan da şunu istirham ediyorum.

Vade farkı konusunda esnaf, tüccar ve tüketiciler ekseriyetle işlemin faize bağlı bir süreç olduğunun farkındadırlar. Gerekçeleri kendilerine sorduğumuzda ise ödemeleri, banka komisyonları, kullandıkları krediler vs gibi nedenleri öne sürmekteler. Malın fiyatının oluşumunda bile bu gerekçeleri önümüze koyuyorlar. Dolayısıyla esnaf olsun, tüccar olsun, tüketici olsun durumu itiraf ediyorlar.

Peki bu durumdan çok mu memnunlar?

Kesinlikle hayır!

Zorla haram olan faizi, hangi isimle olursa olsun helalmiş gibi gösterme gayreti, helalleştirme cür’eti, bu rezalete “dinen uygundur” fetvası verenlerin meydanı biraz boş görmelerinden kaynaklanıyor da olabilir.

Konunu anlatmaya farklı bir yoldan yürüyelim şimdide…

Bilgi teknolojilerinin ilerlemesiyle Aristo yaklaşımını bir kenara bıraktık. Nano teknolojileri, Kuantum işlemcili bilgisayarları kullanıyoruz artık. Yani, günümüzde farklı bir mantık kullanılıyor. Gelecekte bu mantıkla biçimlenecek görünüyor.

Zihniyet farklılığı ve geçişinin eşiğindeyiz.

Hakikat ise bundan böyle, önceki dönemlere nazaran daha da vazgeçilmez ve değerli olacaktır. Dosdoğru olmak gibi doğru yol üzere olanlar da, mumla aranır olacaklardır belkide….

Kuantum sistemlerle çalışan yapay zekalar, aynı anda bir çok ihtimaller üzerinden karar veriyorlar ve vermeye de devam edeceklerdir. Tek düzlemde bir çok sonuçlu işlem konseptleri göreceksiniz ve hiç biri diğeriyle çelişmeyecek.

Yüce dinimiz İslam’ın teknik, teknoloji ve bilişimin gerisinde olması mümkün müdür?

Tabi ki Hayır!

O halde eksik, yanlış ve köhne yaklaşımlardan kendimizi de arındırmamız icap eder. Klişe geçmişten günümüze kalıplaşmış, kült haldeki kabullerden sıyrılmak, gerçek İslami bakışın yeniden ivme kazanmasına vesile olacaktır.

Bakara suresi 282. Ayetinde Cenabı Allah bu hususu uzun uzun işlemiştir.
“Ey İman Edenler! Belirlenmiş bir süre için borçlandığınız vakit onu yazın…”

Dikkat ettiyseniz, ayet; “Ey iman edenler!” diye başlıyor…

Peki, Allah neden bu ayetinde “Ey iman edenler” diye başlamış ?

Çünkü Allah, iyi kullarının inancını/imanını tescilliyor. Adeta bu imkânı iyi kullarının eline veriyor. Gelin bu imkânı hep birlikte kullanalım. Belki diğer birçok vaatlerin ötesinde adeta bizlere ekonomik model öğreten bu ayeti rehber edinelim. Bu modeli uygulayabilme idrak ve cesaretini gösterebilelim.

İslam’da yer almayan, “İslami finans” ve “İslam ekonomisi gibi absürt söylemlerden vazgeçelim. İktisatta birleşelim

Allah; “belli süreyle (vadeli) borç aldığınızda onu dostoğru yazın” der.
Hatta; “Peşin olursa da isterseniz yazabilirsiniz” der. Ama peşin alışverişinizi dilerseniz de yazmayabilirsiniz der.

İşte burada kuantum düşünce sistemi yönünden tutarlılık aranabilir. İnsan, gelecekte birçok şeyi olduğu gibi, ilahi emirleri de kuantum bakış açısıyla yorumlayabilir. En doğrusuna erişebilme adına yorumlayacaktır da diyebiliriz.

İşte o gün geldiğinde, sözde Müslüman alimlerinin üzerini örttüğü tüm gerçeklikler, onları açığa çıkarır niteliğe dönüşecek. Belki; Ortaçağ’ın ruhban sınıfı rahiplerden çok da fazla bir farkları kalmayacak.

Peki; aynı malın, peşin fiyatının yazımı ile vadeli fiyatının yazımı farklı olabilir mi hiç?

Ayeti kerime sabit. Kayıt sabit. Emir net olmasına rağmen peşin fiyatını başka, vadeli fiyatını da başka rakamlarla yazacak kimseler vardır, olacaktır ve olmaya da devam edecektir.

Ancak Allah onlara “Ey iman edenler” diye hitap etmiyor zaten.

Alah onlara;

  • Ey sistem
  • Ey eyyamcı
  • Ey finans kurumu
  • Ey bankalar
  • Ey pos cihazı
  • Ey kredi protokolünü yazan kulum
  • Eyy… demiyor !! 

“Ey iman edenler” diyor ve devam ediyor!!

İslam ulemaları/akademisyenleri başta olmak üzere her kul, herkesin anlayabileceği dilde ve sadelikte açık yol gösteren o ayetin devamını mutlaka okumalı.

Vesselam.

Sadık USLU

Bir yanıt yazın