İktisat Hareketi bir kadro hareketidir. İnsanların istikameti ve bilgi birimi birikimi ile ilgilenir.

Küreselciler Genetik Haritamızı Çözmüş Olabilirler!

Covid 19 virüsüne yakalanmamak için korkusunu iliklerimize kadar hissederek “maske mesafe ve hijyen” sloganları hatta öğretileriyle yaşamaya çalıştığımız pandemili günümüzde “kaç doz aşı olmalıyız?” gibi konular ülke gündemini meşgul etmeye devam ediyor.

Şimdi sizlere aşı ve dozlarıyla ilgili değişik bir istatistik vererek başlayayım yazıma.

  • Hiç aşılanmamışlar: Aşısız.
  • İlk dozu Sinovac olanlar: Aşısız.
  • Üçüncü dozu BionTech olanlar: Aşısız gibi.
  • Aşı yapıldıktan sonra ilk 14 gün: Aşısız.
  • Tam aşılı olanlar 6 ay sonra: Aşısız.
  • Her yeni doz çıktığında herkes: Aşısız.

Dördüncü dozun konuşulmaya başlandığı günümüzde varın hep birlikte hesaplayalım şu istatistikleri. Sizi bilemem ama benim hesabımdan rezaletin son perdesi çıktı.

Rezalet perdeleri sadece bu kadarla da değil!

Eczaneden recetesiz aspirini bile kullanma talimatı ve yan etkilerini yazdığı kağıt (prospektüs) olmadan alamayacağına göre, kamuoyunun ısrarlı taleplerine rağmen yan etkileri hala kamuoyuna açıklanmadığı gibi içeriğinde ne olduğu bir türlü açıklanmayan “aşı adayı” kimyasal sıvıyla aşı olunca virüsten ve ölümden kurtulacağına inanan, ama “denek” olarak kullanılabilme ihtimalini hiç üzerine alınıpta kabullenmeyen insanlarda rezalet perdesine bilmeden gönüllü yazılanlardan sanki.

“Ben bilime inanıyorum. Yaşadığımız çağda bilim reddedilebilecek bir şey değildir” diyenler var birde…

Onları da bilimin bir din olmadığı gibi ulaştığı son seviyede ortaya koyduklarının da Allah’ın ayetleri olmadığına göre, zaman içerisinde değişebileceği gibi bugün doğru bilinenlerin yarın yanlış çıkabilme olasılığı her zaman vardır. Hatta insanlık suçunun aracı olan kitle imha silahları ve biyolojik silahları üretenin de kötücül bilim olduğu gerçeği ortada iken, bilime sorgusuz sualsiz inanan ve iman edenleri ve halkıda inanmaları yönünde telkinler yapanlarıda bu rezalet perdesinin içine katabiliriz.

Asıl mevzuya girmeden önce belediye otobüsünde şahit olduğum bir tartışmayı aktarayım sizlere;

İki kişi kendi aralarında aşı olmadığını ve olmayacağını konuşmaya başladılar. Tam yeni başlamışlardı ki, yan tarafta oturanlardan biri; “Aşılarımı olmaya çalışıyorum, ama siz aşı olmadığınız için ben virüs kapıp yoğun bakımda yatarsam yada ölürsem bunun vebali sizindir. Ahirette iki elim yakanızdadır…” deyiverdi.  Diğer iki kişi de buz kesildiler ve bir şey demeden sustular.

Susmak yerine: “Olduğunuz ve olmaya devam edeceğiniz aşılar sizi koruyamazsa, suç aşı olmayanda mı” deselerdi haklı olurlarmıydı?

Bu soruya cevap olabilecek açıklamayı Sağlık Bakanı Fahrettin koca şöyle verdi; “500 bine yakın aktif vakıamızın %81’i tam aşı olmayan kişilerden oluşmaktadır”

Bu da sanki aşı olmayanlar, aşılılardan kendilerini korumaları gerekir gibi tuhaf bir durum ortaya çıkarmakta. Bu tuhaf durum sadece Türkiye’de değil, dünyanın bir çok ülkesinde de böyle.

Gene hâlimize şükretmeliyiz. Daha kötüsünü yaşayanlarda var!

Örnek olması açısından her zaman Türkiyenin gündemini meşgul eden İsrail’i ele alalım;

Bugün dünyada en yüksek vaka oranı ezici farkla İSRAİL’de. İsrail’de günlük vaka oranı ise, aşıyı dini inançları ve başka sebeplerden dolayı reddeden kesimleri olmasına rağmen, Türkiye’dekinin tam sekiz katı.

Dünyada en yüksek oranda aşılama, nerede? diye bir soru sorulsa, herkes: “Ezici farkla İSRAİL’dir” diyecektir. İsrail sağlık bakanlığı ise şeffaf doğru verileri neredeyse günlük olarak hem resmi internet sitesinden hemde sosyal medya hesaplarından yayınlamaya devam ediyorlar. İlgilenenler oralara bir göz atarsalar göreceklerdir.

İyide bu nasıl oluyor da, dünyanın bir çok ülkesinde/bölgesinde oranlar farklılık gösteriyor?

Yazımın başında; “Ben bilime inanıyorum. Bilim reddedilebilecek bir bir şey değildir” diye yüksek sesle düşünenlerin var olduğunu belirtmiştim. İşte onların koşulsuz inandığı ve iman ettikleri bilim aynı zamanda kötücül bilim olarak kitle imha silahları da üretiyor.

Günümüzde biyolojik bilim o kadar çok ilerledi ki, milyonlarca küçük mikroorganizmadan hem yaşam formları oluşturmak hemde istenildiğinde ise öldürücü biyolojik silaha dönüşen ve mutasyonlar geçirerek yayılan bakteriler virüsler üretebiliyorlar laboratuvarlarda. Bunları yapanlarda bilim adamları. Ama kötücül olanlarından…

Peki bu silah her toplumun/kavimin genetik yapısına göre özel olarak üretilebilir mi?

Neden olmasın! Elbette üretilebilir. Başımıza bela olan bu covid virüsü de böyle üretilmiş bile olabilir.

Ozaman da bunu yapabilmeleri için önce Türk halkının/milletinin genetik bilgilerine ulaşmaları gerekiyor. Yoksa bu bilgilere/datalara ulaşmış olabilirler mi acaba? diye bir çok soru geliyor haliyle akıllara.

Neden olmasın! Pek alada ulaşmış olabilirler.

Biraz geriye, taa 22 yıl öncesine gidelim şimdi!

Şaibeli adamlardan biri olan Adnan Oktar ve organizasyonuna mensup Oktar Babuna’yı çoğu okuyucularımız hatırlayacaktır.

Oktar Babuna ismi hepimizin hafızalara kan kampanyası ile kazınmıştı. 1999’da lösemi olan Babuna için Türkiye’den tam 120 bin kişi 2 şer tüp kan örnekleri vermişti. Kan ve ilik örneklerinin 40 bini Türkiyede kalmış diğer kısmıda ABD ve Almanya’daki laboratuvarlara gönderilmişti. Ama sonrasında Türkiye’de uygulanan tedaviyle Babuna birden bire sağlığına kavuştu.

  • Peki o örneklere ne oldu?
  • Kötü bir amaç için mi kullanıldılar?

Kan örneklerinin gönderildiği ve datalarının tutulduğu yerlerden biri olan, Almanya’daki Stefan Morsch Vakfı idi. Vakıf bir süre sonra kan örneklerini imha ettiklerini, dataların ise satılacağını açıkladı. Stefan Morsch Vakfı Başkanı Emil Morsch, kendilerine bu kan örnekleri araştırma sonuçları karşılığında bir kısım miktarın ödenmesine rağmen bir milyon markın ödenmediğini, bu yüzden ilik nakli için başvuranlara dataları verdiklerini (yani sattıklarını) söyledi.

Kan örneklerinin gönderildiği ve datalarının tutulduğu diğer yerlerden biri de ABD’de Lifecodes isimli bir şirket idi. Daha sonrasında yapılan araştırmalarda ise Lifecodes diye bir şirketin artık varolmadığı ortaya çıktı. Çünkü önce bir başka şirkete satılıyor, sonrasında o şirkette başka bir şirketlerin bünyesine katılıyor. Ama her ne hikmetse kan örnekleri ve datalarda izini kaybettiriyor. 

Bunlar ortaya çıktıktan sonra Türkiyeden uzmanlar o örneklerin verilerinin büyük paralara satılmış olabileceğini söylediler.

Şimdi de gelelim en can alıcı sorulara;

  • Kan örnekleri ve dataları ilaç firmalarına satılmış olabilir mi?
  • Gen haritalarımızı çıkarıp bize kötülük yapma amacında olanların eline geçmiş olabilir mi?

Örnekler sağlıklı insanlarımızdan toplanmış kanlardı. İlaç ve aşı şirketleri bu kanlar üzerinde yapacağı araştırmalar için satın alıp hastalığa şifa olacak ilaçlar ve aşılarda üretebilir, sürdürülebilir yeni hastalıklar üretecek ilaçlar ve aşılarda üretebilirler. Hatta kötücül bilim ile işbirliğine giderek bunu bir kavme/topluma yönelik biyolojik silah olarakta kullanılabilirler.

Şimdi gelelim Türkiyede kullanılan covid-19 pandemisi aşılarına;

Herhangi bir eczaneden aspirini bile prospektüsü olmadan alamayacağınıza göre “Covid-19’a karşı şifa olsun” niyetine aşı yoluyla enjekte edilen ilaçların kamuoyunun ısrarlı talebine rağmen içinde ne olduğu hangi yan etkilere sebep olabileceği hala kamuoyuna açıklayamadığı “aşı adayı” kimyasal sıvıya şüpheyle yaklaşmamız için elimizde çokça gerekçeler var.

Hatta bırakın eczaneyi aktardan grip nezle vb gibi rahatsızlıklar için aldığımız karışım baharatlarının bile kullanma talimatı varken, aşı yoluyla enjekte edilen ilaçların neden kullanma talimatları yok.

Sağlık Bakanının; “500 bine yakın aktif vakamızın %81’i tam aşı olmayan kişilerden oluşmaktadır” açıklaması tazeliğini korurken, şu soruların cevaplanmasını bekliyor halkımız.

  • Dünya nüfusunu azaltacağız diyenlerle aşı araştırmalarını fonlayanların aynı kişiler olması insanımızda soru işareti bırakmıyor mu?
  • Aşı öncesi ve sonrası vaka ve ölüm sayıları asgari seviyede matematik bilenler için garip gelmiyor mu?
  • Aşı olanlarda virüse yakalanıyor, bulaştırıyor ve ölüyorsa bu aşının mantığı nedir?
  • Aşıdaki mantık antikor oluşturmak olduğuna göre, antikoru yeterli olan insana neden aşı olun çağrıları yapılıyor?

Günümüzde virüslerin büyolojik silah olabileceğini hatta olduğunu söylemek mümkündür.

Yazıma son verirken, üstüne basa basa şunları söylemek istiyorum;

Covid 19’un pandemi için çok çok iyi planlanmış küresel bir biyolojik silah salgını olarak tanımı bile yapılabilir. Bundan sonra virüs aşılarını vücudunuza zerk ettirmeden önce denetlenebilir, içeriği şeffaf yerli üretim aşımı yoksa denetlenmesinin doğru yapılıp yapılmadığı şüpheli olup içeriği de şeffaf olmayan, hatta genetik haritamıza uygun silaha dönüşebilecek ithal aşı olabilme sorgulamasının çok yüksek sesle ve ısrarla sorgulanmasında neslimizin ve milli güvenliğimizin korunması için büyük faydaları vardır.

Vesselam
Sadi ÖZGÜL

Not; Bu makalem Mirat Haber portalında yaynlanmıştır.

Bir yanıt yazın