İktisat Hareketi bir kadro hareketidir. İnsanların istikameti ve bilgi birimi birikimi ile ilgilenir.

Merkez Bankaları

Geçen haftaki merkez bankası ile ilgili yazım oldukça ilgi çekmiş ki konuyla ilgili olarak epey değerlendirme aldım. Tüm bu değerlendirmelerin üzerine önemine binaen bugün konuyu biraz daha değişik bir açıdan irdelemek istiyorum.

Anlatılanlar her ne kadar açıksa da burada üzerinde düşünmemiz gereken belli başlı konular şunlardır. Merkez bankası neden ayrı bir anonim şirket olarak kurulmuştur. Bu şirketin ürettiği mal neden bu kadar çürüktür. Bu öyle bir ilginç oluşumdur ki ürettiği malın vasfı ve birimi ile kazancının vasfı ve birimi aynıdır. Bunun böyle olmasını zorlayan nedenlerin üzerinde epey konuşulması gerektiği kanaatindeyim. Bir de merkez bankasının bağlantılarının ilginç olacağı kanaatindeyim. Örneğin bugün merkez bankalarının bankası diye tanımlanan ve merkezi İsviçre’nin Basle kentinde olan bir banka var: Uluslararası Denkleştirme Bankası, UDB, (Bank For International Settlements). Bizim merkez bankası da bu bankanın üyesidir. Genel yapı incelendiğinde TCMB Anonim Şirketinin bu bankaya karşı olan sorumluluğu kadar, TC Hükümetlerine karşı sorumluluğunun olmadığı gözlenmektedir.

Tabi, 1211 sayılı TCMB kanunu 3. maddesine göre merkez bankası bu gibi kuruluşlara sadece banka meclisinin kararıyla üye olabiliyor. Ancak hissedar olabilmesi için Hükümetin muvafakatı gerekiyor.

İşin içerisine UDB girince, Bilderberg Grubu da dahil olmak üzere, birçok ilginç bağlantılar da ister istemez gündeme gelmektedir. Doğrusu olayın bu yönünü hiç kurcalamak niyetinde değilim. Bu tür bağlantıların ne kadar ilginç olabileceğini göstermesi açısından bir tarihi örnek vererek olayın bu kısmını kapatmak istiyorum. Yaklaşık 1940 yılına kadar Nazi bakan ve Devlet Bankası başkanı Hjalmar Schacht ile İngiltere Merkez Bankası guvernörü Montagu Norman düzenli olarak UDB toplantılarında bir araya gelerek finansman ile ilgili meselelerini konuşmuşlardır. Daha sonra olaya vakıf olan Churchil, Norman’ın bu toplantılara katılmasını geçici olarak yasaklamıştır.

Tekrar irdelemelerimize dönersek, merkez bankacılığı olgusu ve işlevlerini teknik olarak incelediğimizde bankanın piyasa üzerindeki etki ve yetkisinin süper denecek boyutta ve güçte olduğunu kolaylıkla görürüz. Son çıkan bankalar yasası da bunu tezyid etmiştir.

Aslında merkez bankaları ellerinde bulundurdukları faiz oranlarını, doviz kurlarını ve emisyon hacimlerini kontrol edebilme yetenekleri ile, rakamları iyileştirebilecek güçtedirler. Buna verilecek en çarpıcı örnek herhalde Weimar hiperenflasyonudur. Bazı detayları birkenara bırakırsak, birkaçyıl içinde enflasyon yüzde 750 milyara çıkıp tekrar tek rakamlara indirilebilmiştir. Bu adeta rakamsal ifadelerin komikleştiği bir örnektir. Ancak çalışanlar açısından olay hiç de komik olmamıştır.

Tüm bu rakamsal iyileştirmeler, reel ekonominin iyileşeceği anlamına gelmez. Reel ekonominin iyileşmesinin temel şartı üretim ve adil bölüşümdür. Para, bir grup rantiyenin elinde dönen devlet haline getirilmemelidir. Yoksa klasik manzaraları görmekten kurtulamayız: zenginin daha zengin ve fakirin daha fakir olması gibi.

Kısaca tekrar günümüz Türkiye’sinde uygulanan yeni para politikasını düşünürsek çok riskli ve cesur bir atılım yapıldığı görülür. Bu ekonomiyi iyileştirmeden ziyade rakamsal ifadeleri ve sembolleri iyileştirme operasyonu gibi bir şeydir.

Yeni para politikası uygulamasında en güçlü ve en rahat adam Gazi Erçel’dir. Çünkü bu işi adeta tek başına sürdürmekte veya birilerinin deyimiyle dayatmaktadır. Erçel bir bakıma sorumsuz yetkilidir.

Eğer bu politikalar tutarsa elde edilecek başarıdan çok büyük bir pay alacaktır. Lakin tutmazsa kabak hükümetin başına patlayacaktır. Hükümetin ekonomi politikaları başarısız bulunacak ve fatura siyasete kesilecektir. Gazi Erçel de siyasete kurban olmuş olacak olan dahiyane programını bir başka bahara çıkarmak üzere rafa kaldıracaktır, hiçbirşey olmamış gibi.

Selam ve Sevgilerimle

Prof. Dr. Mete Gündoğan

Bir yanıt yazın