Bundan önceki bir yazımda Borca Dayalı Para Sistemi (BDPS)’nin gelişimini anlatmıştım. Havadan yaratılan karşılıksız fazla paranın, nasıl küresel finans krizine sebep olduğunu ifade etmiştim.
Bu çerçevede bir okuyucumuz, küresel finans krizinin mortgage (uzun vadeli ipotekli konut kredisi) krizinden çıktığını ve bunun bizim anlatımımızdaki yerini sordu.
Şimdi bu konuyu borca dayalı para sisteminin gelişimi çerçevesinde anlatayım.
Biliyorsunuz banka, gelen paranın belli bir oranını ayırıp zorunlu karşılık olarak merkez bankasına veriyor. Kalanını da kredi olarak talep edene (tabi bankanın uygun göreceği şartlar yerine geldiğinde) veriyor.
Örneğin, 100 lira geldi. Zorunlu karşılık %10 ise, 10 lirayı merkez bankasına yatırdı, kalan 90’ı kredi olarak verdi. Bu, mevzuatın elverdiği şekilde böyle devam etti. Bu şekilde para piyasasında belli bir para çoğalması oluştu.
Pekiyi mortgage mekanizmasında ne oluyor?
Mortgage mekanizmasında, bu yapılanın matematik olarak tersi uygulandı. Banka, zorunlu karşılık olarak Merkez Bankasına 1000 lira yatırdı. Böylelikle, bana 10.000 lira yatırıldı demiş oldu. Pekiyi 10.000 lira nerede diye sorarsanız, o da size 40 yıllık mortgage kontratını gösterdi. O kontratta, düzenli olarak ayda kaç para ve faiz geleceğini gösterir müşteri ödeme planı var. Ev ipotekli ve 40 yılın sonunda kontrat kimin üzerinde ise ev ona devredilecek.
Pekiyi neden böyle yapıyor?
Çünkü mortgage sistemi ile Avrupa ve Amerika’da bankalar çok uzun vadeli kredi verebiliyorlar. Onlarda böyle bir kanuni düzenleme var. Bize yutturulan ‘sermaye terakkümü’ yani tasarruf birikimi mantığı onlarda geçmiyor! Normalde o paraları verebilmek için çok uzun müddetlerde beklemeleri gerekirken, peşin kredi açıp o kadar müddet ödeme garantisini ‘para yaratmak için’ vesile olarak kullandılar.
Bu mekanizmaları muhasebe kayıtları üzerinden de anlatmak mümkündür. Burada önemli olan, bankaların havadan para yarattığı olgusudur. Ne kadar çok para yaratabileceğine, sadece kanunlar sınır getirebilir.
Bu sistemin garantisi neydi ve çöküş nasıl geldi?
Sistemin garantisi istikrarlı bir ekonomidir. İstikrarlı bir ekonomide, herkesin işi var ve işleri de onlarca yıl sürdürülebilir işlerdir. Dolayısıyla mortgage taahhütlerini de kuruşu kuruşunu öderler.
Ancak istikrar bozulunca, insanlar işlerini kaybetmeye başladılar. İşlerini kaybedenler mortgage’larını ödeyemez oldular. Kontratları ikinci el piyasaya düştü. Birçok kontrat ikinci el piyasasını şişirdi ve fiyatlar anormal bir şekilde düştü.
Bu durum, birinci el piyasayı da etkiledi. İnsanlar daha düşük mortgage almak için birinci elden bankalardan aldıkları mortgage’ları da değiştirmeye başladılar. Neticede mortgage piyasası çöktü. İki sonuç doğurdu: birincisi, peşinen yaratılan para değişken ve tahmin edilemez hale dönüştü. Bu para politikalarını o da mali politikaları etkiledi. İkincisi, o kadar şişen paranın faizleri dahi ödenemez oldu. Bunlar çok büyük bir sorun oluşturdu ve sermaye çarkını durdurdu.
Parasal genişleme politikalarının bu durumdaki fonksiyonu ne oldu?
İşte bankaların ve finans kurumlarının elinde bu şekilde trilyonlarca dolarlık kötü krediler (mortgage) oluştu. FED’in uyguladığı parasal genişleme ile bir dizi şarta bağlı olarak bu kötü kredileri FED satın almış oldu! Kısmen, finans sektörünün batışını öteledi. Ancak (Ortodoks) çözümün tam istihdam ve ekonomik istikrarda olduğu da bilinmektedir. Dolayısıyla hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Mevcut sistemde (anlayışta) batış mukadderdir.
Pekiyi Türkiye’de bu durum söz konusu mudur?
Hayır. Türkiyemiz’de mortgage sistemi yok. Dolayısıyla bankalar çok uzun vadeli krediler veremiyor. Hatta kredilerin ağırlıklı vadesi 3 yıl civarındadır. Dolayısıyla piyasadaki kredilerin tamamını bu şekilde izah edemiyoruz. İkincisi, bizde bankalar kredi karşılığında ya gayri menkul teminatı alıyorlar ya da likid tahvil/bono teminatı alıyorlar. Yarattıkları paralara karşılık, o gayrimekulleri ya da bono/tahvilleri varlıklarında teminat olarak gösteriyorlar. Ülkemizde bono ve tahvillerin ikincil hatta üçüncül piyasası var. Gayrimenkulleri de likit hale getirebilmek için GYO’ları geliştirme çalışmaları sürdürülmektedir.
Bankalar, kontratların dışında başka neye dayanarak para yaratabilir?
Bankalar, kendilerine verilen her türlü servet unsuruna mukabil para yaratabilir. Bunlar para, bono/tahvil, hisse senetleri, fiziki (gayri menkul, kıymetli madenler vb. gibi) sermaye, beşeri sermaye, ticari çekler…Tabi bu ifadeler, ortodoks ekonomi anlayışının ifadeleridir.
Aslında bu ‘karşılıklar’ halkın gözünü boyamak için yapılan işlemlerden ibarettir. Bankaların para yaratmak için herhangi bir teminata da ihtiyaçları yoktur. Bu teminatlar sadece paranın sisteme nasıl gireceğini tespit eder. Teminat verebilecekler zenginler olduğu için, para mevcut anlayışta, sisteme zenginlerin üzerinden girer.
Ancak işi özü bu değildir. Biz bu detaylarla uğraşırken ana fotoğrafı kaybetmemek zorundayız. Aslolan ana fotoğrafı anlamak bilmektir.
Pekiyi işin özü nedir?
İşin özü, sistemin borca dayalı olarak kurgulanmasına (BDPS) ve bankaların da para yaratmasına dayanır. Bankalar havadan para yaratırlar. Zorunlu karşılıklarda bile, yani kısmi rezerv mantığında bile matematiği tersinden kullanarak havadan para yaratır. Esas sorgulanması gereken konu, yani işin özü, bizler bütün halk olarak para yaratma yetkisini bankalara niçin verelim ya da devredelim? İşte bu sorunun cevabının verilmesi ve konunun kanunen düzenlenmesi gerekir.
Neticede olarak, sürekli şikâyet ettiğimiz ve değiştirilmesini talep ettiğimiz konu paranın (1) borç olarak yaratılması ve (2) bankaların para yaratma kabiliyetidir. Para, bir ülkede bütün milletin ortak kabulüdür. Üretimi de bütün milletin onayı ile olmalıdır. Para yaratma yetkisi özel ya da özerk yapılarak devredilemez. Devletin iki sacayağından birini oluşturur. Diğeri de devletin orduya sahip olmasıdır. Bu konu farklı bir yazıda detaylandırılabilir.
Şimdi bu sistemin sahipleri (!), değişik mekanizmalar ile bu yetkiyi bırakmamak için her şeyi yapıyorlar. Bunlara müsaade etmemek lazımdır. Devlet paraya sahip olacak şekilde, sistem yeniden yapılandırılmalıdır.
Sistemi yeniden yapılandıracak bir uygulama planı oluşturulması gerekmektedir. Aksi takdirde, bu iş bankalara, ortodoks ekonomistlere ya da finans kurumlarına bırakılırsa, onlar sahip oldukları para yaratma kabiliyetini kaybetmemek için ellerinden gelen her türlü mekanizmayı uygularlar. Bizi bir yanlıştan farklı bir yanlışa sürüklerler.
Önemli olan, para ve fiyat istikrarını birlikte uygulayacak bir sistemin kurgulanıp uygulanmasıdır. Biz buna Taban Ekonomisi Sistemi diyoruz. Buna geçişin nasıl olacağını biliyoruz. Bundan sonra yapılması gereken, gerçek data ve gerçek zamanlı bir uygulama planı oluşturmaktır.
Bunları yapabilirsek eminim hem ülkemizin hem bölgemizin hem de dünyanın barışına ve kurtuluşuna vesile oluruz. Gücü, bizim algılarımızdan kaynaklanan bir sistemi değiştirmek kadar kolay bir şey yoktur. Esas zorluğun, algıları yıkmanın zorluğu olduğuna işaret ederek yazımı burada tamamlıyorum.
Selam sevgi ve saygılar…
Prof. Dr. Mete Gündoğan