Hormonlar, GDO’lar vs vs hala her türlü gıdalarla bünyemize giriyor.
Yeni nesiller perişan oluyor. Ayıptır, yazıktır, yasaktır, günahtır ama kim dinliyor ki bunları… Bildiğiniz gibi, her zaman endişeyle bahsettiğimiz iki tehlikeden biri küresel finansal kriz, diğeri de küresel iklim değişikliğidir. Küresel iklim değişikliği, insanoğlu için hayati öneme sahip olan su kaynakları sıkıntısını oluşturmaktadır. Bu durumun da gelecekte yaygın su savaşlarına sebep olacağını biliyoruz.
Aslında su savaşları çoktan başlamış da bizim kamuoyunun birincil önceliğinde olmadığı için pek dikkat çekmemiş! Bu yazımda ve bundan sonraki yazılarımda bu hayati konuya dikkatinizi çekmek istiyorum.
Bugün dünyada yaklaşık 2.5 milyar insan içilebilir suya ulaşamıyor. Evlerine kadar gelen borulardan, çeşmelerden değil de sağda solda oluşmuş birikintilerden, göletlerden, kuyulardan veya akan sulardan hayvanlarla birlikte ihtiyaçlarını gidermeye çalışıyorlar.
Borularla evlerine kadar gelip de çeşmelerden su ihtiyaçlarını gideren yaklaşık 1.5 milyar insanın kullandığı sular ise sağlıklı değil. Gerek kimyasal atıklar, gerek hormonlar, gerek kozmetikler, gerek çeşitli eczalar gerek tarımsal ilaçlar ve gerekse diğer atıklar sebebiyle kullanılan su kirletilmiş durumdadır.
Özetle, hâlihazırda dünya nüfusunun yarısının içilebilir sağlıklı suya ulaşma sorunu vardır. Dünyadaki hemen hemen her iki kişiden birinin tükettiği su sağlıksızdır.
Bugün, suyun %70’i tarımda, %20’si endüstride ve %10’u da insanların kullanımında tüketilmektedir.
Cenab-ı Allah dünyamızda çok güzel bir denge kurmuştur. Dünya yüzölçümünün yüzde 71’ini denizler, yüzde 29’unu karalar oluşturur. Denizlerde buharlaşan sular tertemiz bir şekilde bulutlarla karalara taşınırlar. Bulutlardan akan ve yerin altından gelen sular çeşitli şekillerle tekrar denizlere ulaşırlar. Bu arada geçtikleri her yere hayat verirler. İnsanların kullanımına arz edilirler. Bu su tertemiz bir şekilde insanlara bir nimet olarak “bedava” verilmiştir.
Ancak bu nimet, önce kısıt haline akabinde de hemen bir ticari mal haline halihazırda getirilmiş durumdadır. Bunun doğal bir sonucu olarak da pazar kavgaları ve pazar kavgaları da savaşları beraberinde getirecektir.
Dünyada birkaç dev şirket suyu ticari bir mal olarak kullanmakta ve milyarlarca dolar para kazanmaktadır. Tıpkı petrolde olduğu gibi suda da küresel karteller oluşmaktadır. Nasıl petrol “siyah altın” olarak anılıyorsa, bugün su da “mavi altın” olarak anılmaktadır. Nasıl ki “siyah altın” kartelleri bugün artık hükümetler devirebiliyor ve savaşlar çıkartabiliyor ise “mavi altın” kartelleri de aynı yoldadırlar. Aynı şekilde güçlenmektedirler.
Bugün dünyada suyu ticari mal olarak işleyen küresel şirketlerin öncüleri; Thames Water, Vivendi ve Suez şirketleridir. Bu şirketlerden biri İngiliz, diğerleri Fransız şirketleri gibi görünse de uluslarüstü ve küresel yapıda olduklarını unutmamak gerekir. Bunların ortak olduğu, desteklediği, ilişkiler içerisinde olduğu daha yüzlerce şirket var.
Tabi bunların yanında CocaCola, Pepsi, Nestle vb. gibi büyük miktarlarda temiz suyu kullanıp meşrubat olarak satan şirketleri de unutmamak gerekiyor. Çünkü en büyük hammaddeleri su ve onu da yok pahasına ediniyorlar!
Gelişmekte olan ya da fakir olan ülkelerde bu şirketler su kaynaklarını halihazırda ele geçirmiş durumdadırlar.
Nasıl mı?
Tabi ki özelleştirme başta olmak üzere değişik bir çok vaat ve kandırmacalar ile!
Evet şimdilik bu kadar.
Bir mania olmaz ise bundan sonra da bu konuya devam edeceğim ve sonuna kadar gideceğim. Çok ilginç şeyler oluyor.
Mavi Altın
Su kaynaklarımız hızla kirletiliyor ve özelleştiriliyor. Daha önce de ifade ettiğim gibi, suyun %70’i tarımda, %20’si endüstride ve %10’u da insanların kullanımında tüketilmektedir.
Sanayinin sularımızı nasıl kirlettiğini biliyoruz ve bu konuda ciddi bir tedbir alınmamaktadır. Gerek yerel yönetimler gerekse merkezi yönetim sanayinin su kirletmesine çeşitli şekillerde göz yummaktadır. Bu konuda beklide yüzlerce filim veya haber izlemişsinizdir. Ancak değişen bir şey yok!
Suyumuzu kirleten başka bir sektör de tarımdır. Tarımda kullanılan hormonlar ve ilaçlar direkt suyumuza da karışmaktadırlar. Bu hormonları ve ilaçları da bizler su içerek bünyemize almaktayız.
Dünyada yapılan bir araştırmaya göre son beş yılda balıklardaki cinsiyet farklılığı hızla artmaya başlamış. Dişi sayısı artıyormuş. Bunun sebeplerinden birinin hububat için açıktan atılan zirai ilaçlar olduğu söyleniyor. Açıktan uçakla veya değişik şekillerde atılan ilaçlar zamanla yağmur sularıyla bir şekilde taşınarak suyumuza karışmaktadır.
Hububat için özellikle de mısırlarda kullanılan zirai ilaçlarda “ATRAZIN” isminde bir aktif madde var. Bu aktif maddeyi Syngenta isimli İsveç kökenli bir firma üretiyor. Kendi ifadeleriyle Syngenta, lider küresel bir tarım şirketidir.
Kaliforniya Üniversitesinden (Berkeley) biyolog Tyrone Hayes atrazin ile ilgili dataylı bir çalışma yaparak şu sonuçlara ulaşmış. Kurbağalar üzerinde yaptıkları testlerde atrazin erkek kurbağaları kadınsılaştırıyormuş. Atrazin çeşitli şekillerde insan vücuduna da giriyor ve insanlarda da davranış bozukluğuna vesile oluyor.
Tarımda kullanılan çeşitli ilaçların erkeklerde sperm düşüklüğüne sebep olduğu ise zaten bilinen bir gerçektir (National Geografic 2005). Yapılan araştırmalar atrazinin aynı zamanda prostat kanserine, meme kanserine ve yumurtalık kanserine sebep olduğu da biliniyor.
Bütün bunlar bilindikten sonra ABD’de ve Avrupa Birliğinde atrazin aktif maddesinin kullanımı yasaklanmış.
Şimdi merak ediyorsunuz ülkemizde de yasak mı diye.
Hayır! Atrazin aktif maddesinin kullanımı henüz ülkemizde yasak değil. Atrazin aktif maddesi ülkemizde Gesaprim ilacı olarak hala satılıyor. Zaten Tarım Bakanlığının elinde bu konularda nitelikli araştırma yapabilecek laboratuar ve ekip/ekipman yok ki!
Şimdi diyeceksiniz ki “Aman Allahım, bundan sonra çeşmeden akan suyu değil hep şişe suyunu içeceğim” değil mi? Acele etmeyin o konuda da bir şeyler söyleyeceğim.
Şimdi bu zamana kadar dediklerimi kısaca şu şekilde özetleyeyim.
Yaşayan her şey sudan yaratılmıştır. Suyu Allah bize bedava ve tertemiz olarak vermektedir. Ancak bugün suyumuz hem kirletilmekte hem de ticarileştirilmektedir. Bu ikisi birbirine paralel ve dayanarak yürütülmektedir.
Bu herkesi doğrudan ilgilendiren bir konudur. Kayıtsız kalamayız, kayıtsız kalmamalıyız. Ben kendi adıma bu konuya devam edeceğim.
Selam ve Sevgilerimle…
Prof. Dr. Mete Gündoğan