Darwin, doğal seleksiyonun evrimleştirici bir gücü olduğu iddiasını ortaya atmış, tüm teorisini de bu iddiaya dayandırmıştır.
Bir canlı türünün, kendi soyunu korumasına yönelik sergilediği güdüler, yaşamsal kaynakların miktarı ve türün devamlılığını tehlikeye sokacak tehditler ile ilişkilidir. Süreç içinde canlı türün kendini savunma şekli, genetik motivasyonla kısıtlı yaşam koşulu altında kendi tür ya da benzerlerini kademeli olarak yok etmeye meyyaldir. Bu yok ediş, en çelimsiz olanından, nispeteen daha güçlü olana doğru ilerler. Bu koşullanmaya “doğal seleksiyon” denir. Amaç; en güçlü olanı hayatta tutabilmek ve mevcut türü en kaliteli biçimde muhafaza edebilmektir.
Evrimin temelini oluşturan doğal seleksiyonun iktisadi sisteme projeksiyonu da kapitalist koşullarla oluşturulmuştur. İnsanlık gerek ekonomi, gerekse ticaret hayatında bu yönde çağrışım yapan söylem ve uygulamaları kanıksamış ve kabul etmiştir. Bu koşullara dayalı yaşam tarzları çağcılık kisvesine bürünerek, insanlığın paradigması olmuştur.
Kabaca; güçlünün güçsüzü ezdiği, yok ettiği bu anlayış, refah düzeyi piramidinin üst grubunu vitrine çıkararak, kamu adına irade gösteren devlet mekanizmasına tahakkümü, resmiyete bağlamıştır. Evrim modellemesine dayalı oluşturulan bu sapkın anlayış, ekonomik ayrıcalığı doğuştan edinilen bir hak gibi kabul gören bilinçaltı ile tabanı ümitsizliğe ve sefalete terk etmiştir.
Bozuk paradigma kamuyu yok ediyor:
Maalesef; uygulanmakta olan iktisadi anlayış, kamu ortak değerlerini bireysel organizasyonlara aktarıyor. İktisadi sistem üzerinden sürekli borçlanan devlet/kamu, borcun ödenebilmesi sürecinde var olan kaynaklarını satmak zorunda kalıyor. Özelleştirmelerin vazgeçilmez olması bu anlayışa bağlı olarak sürdürülmektedir. Para kredi sistemi, alacağını tahsil edebilmek için kamudan alıp; bireylere ihale yoluyla ucuza servet devşirmektedir. Bu silsile, zamanla kamu otoritesini güç erozyonuna uğratarak, devletlere bütünlüklerini koruyabilmesi hususunda sorunlar yaşatmaktadır. Belli bir yumuşaklığa geldiğinde ise toplumsal hassasiyetler manipüle edilerek kaos ve terör oluşturulmaktadır. İktisadi ve politik olarak kabullenilmiş bu seleksiyon hali, medeni olmayan, hayvani güdülemeler içermekte ve kamunun aleyhine çalışmaktadır.
Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye ettiği nasihatten alınması gereken dersler vardır.
“… Ey oğul! Sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz. Şunu da unutma; insanı yaşat ki, devlet yaşasın!
Ey oğul! Ananı, atanı say! Bereket büyüklerle berâberdir.
Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Azminden dönme, çıktığın yolu, taşıyacağın yükü iyi bil.
Her işin gereğini vaktinde yap. İnsanları yaşat ki, devlet yaşasın! …”
Şeyh Edebali, Osman Gazi’ye nasihatinde; devletin ayakta kalmasını, kamunun yaşamasına/yaşatılmasına bağlamıştır. Yine inancın önemine vurgu yapmıştır. Devlet-i Ali bu anlayışla yüzyıllarca dünyaya hükmetmeyi başarmıştır.
Bozuk paradigma kendi dinini üretiyor:
Yaratılış hususunda muallakta kalmış; ya da evrimsel akımın etkisindeki bazı ilahiyatçılar kendi zihinlerinde açtıkları bu gedikle sürekli savaş halindedirler. Mevcut iktisadi koşulların akıl sır ermeyecek yöntemlerle faiz ve türevlerini kamunun rızık faaliyetlerine dayatması karşısında aciz kalınmış, aksi yönde herhangi bir fetva üretememişlerdir. Bazıları da iktisadi konuda yeterli bilgiye sahip olmadıklarından lokal yönelimler içeren yanlış veya eksik fetvalar vermişlerdir. Bu nedenle meseleye tam hakim olamadıklarından zihniyeti itibariyle Darvinci iktisat düzenine entegrasyon sürecinde itaatkar olmuşlardır. Maalesef mevcut iktisadi şartlar, bilinçaltlarında her dine mensup insanların ortak değeri haline gelmiştir/getirilmiştir. İslam dinine mensup milyonlarca zihin de Darvinci paradigmaya bağlı Müslüman modelini kanıksamıştır. “Bu devirde de…”; “faiz haram ama…” gibi girizgahlarla başlayan cümlelerle, mevcut iktisadi yapıyı olumlayan herkes için bu tespit yapılabilir.
Kurban ibadeti ile paradigmayı anlamak:
İnşallah; yaklaşık bir ay sonra Kurban Bayramı’nı idrak edeceğiz. Rabbimizin rızası ve adına kesilip dağıtılacak olan kurbanlıklar da belli şartlara bağlanmıştır. Helal yolla edinilmiş kazançla alınan en güzel ve en kusursuz kurban elzem olanıdır.
Maalesef; Ramazan aylarında sıkça rastladığımız, oruçlu oruçlu trafikte kavgaya tutuşmuş şoför manzaraları, Kurban zamanlarında sıkça konu edilen kurbanlık hayvanların kesilmesi konusundaki muhalif sesler Darvinist paradigmanın ibadetlerimize reddiyeleridir.
(Ey Muhammed!) Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, “Andolsun seni mutlaka öldüreceğim” demişti. Öteki, “Allah, ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder” demişti.(Maide 27)
Konunun başında Darvinci anlayışla birlikte doğal seleksiyafonun toplumsal hayatımıza nasıl projekte edildiği üzerinde durmuştuk. Güçlünün güçsüzü ezdiği, yok ettiği bu zalim zihniyetin, yine bu toplumun fertleri olan hepimize sirayeti başlıca marazalarımızdandır.
İnsanın; kurbanını Rab’bine adaması, ondan beslenmesi ya da onu kamuya dağıtması düsturundaki hassasiyeti dikkate alındığında, Kurban ibadetinin, toplumsal hayatımıza sirayet eden doğal seleksiyon temelli Darvinist yaklaşımı reddettiği açıkça görülecektir.
Öyle ki; en güzel, en kusursuz ve en semiz rızıklar kurban ibadeti için idealdir. Bu güzel rızıklar ekonomik olarak zayıf kimselere infak edilerek, onlara hayat/huzur hakkı tanınır.
Ayeti kerimede geçtiği üzere sunulan kurban ibadetinde esas amaç Rab’bimizin rızasını kazanmaktır.
Sadık USLU