İnsanoğlu dünyaya halk edildiği günden bu yana yaşam tarzlarına göre ekonomi modelleri üretmiştir.
Deniz kabuklarından, kakao çekirdeğine, tahıl ürünlerine; kıymetli metallerden, takılara, peynir ile banknot ve dijital paralara kadar medeniyet anlayışları dönüşerek birbirini takip etmiştir.
Ekonomik modeller diyorum; çünkü bu çabalar, ticari hayatın gereği olarak iktisadi döngünün sekteye uğramadan yürütüleceği çözüm biçimleri olarak arz edilmişti. Bu materyaller, para gibi kullanılmış, zaman zaman ekonominin durağan, istikametsiz ve edilgen unsurları olarak kalmışlardır. Sistem; iktisadı inşa etmek yerine, ihtiyaçların regule edilmesine yönelik bir motivasyonu öncelemiştir.
İnsanoğlu, var olan medeniyetini, kendi yaşam döngüsünü sürdürülebilir kılabilmek üzerine kodlamıştır. Bu gayet doğaldır. Elbette; ilk medeniyetlerin verimli topraklar ve su kaynaklarına olan yakınlık derecesi de aynı fazda iktisadi bir yapıyı doğurmuştur. Gerek deniz kabukları, gerekse bitki tohumlarının para olarak kullanılması fikri bize, bu toplumların parayla olan ilişki şekillerinin tesadüfen oluşmadığını gösteriyor. Para yerine geçen bu materyallerin, nadir bulunabilirliğinden ziyade, fertlerin yaşam koşullarını cezbetme kabiliyeti, ölçü olarak öne çıkmıştır. Bu sapma bir süre sonra iktisadi sistemin ölçü ve mizan denkliğini manipüle edecektir.
Su, tarım veya şehir medeniyetlerini oluşturan temel anlayış, ihtiyaçların karşılanması için mal ve hizmetlere yönelik üretim tercihlerini direkt etkiyordu. Mal ve hizmetlerin üretilme biçimlerinden, içeriğine dek bir üretim kültürü oluşuyordu. Sonuç itibariyle, ekonomik faaliyetlere doğrudan etki ediliyor, böylece ara sektör (finans katmanı) oluşmuyordu. Örtüşen üretim ve tüketim dengesi, para miktarında herhangi bir daralma veya genişlemeye neden olmuyordu. Öyle ya; iktisatta da esas amaçlanan şey, mal ve hizmetlere en doğru şekilde ulaşmak değil miydi? Dolayısıyla kadim medeniyetler, 1400’lü yıllara kadar paranın genellikle araç olduğu medeniyetlerdi. Mal paralar dönemi, bu anlamda tam para sistemini yaşatabiliyordu.
Şehirleşmeyle birlikte, kalabalık insan guruplarını belli bir disiplin içerisinde yaşatabilme zarureti doğmuştur. Bu durum iktisadi anlayışı oldukça zorlamıştır.
İlk şehirler M.Ö. 4000’li yıllara dayanır. Sonrasında artan şehir popülasyonu insanlığa bir konfor kazandırmıştı; fakat bazı sıkıntıları da getirmişti. İhtiyaçların karşılanması, yoğun şehir yaşamında mal paralarla yapılan peşin alış verişi zorlaştırıyordu. Ticaretteki parasal döngünün sağlıklı işlemesi sorununu çözmek de kuyum işlerine ve değirmenlere kalıyordu. Tarihteki ilk kuyumculuk ve değirmencilik faaliyetlerine aynı zamanlarda rastlanır. Değirmenlere M.Ö. 600 yıllarında Arap toplumlarında; Kuyum işlerine ise M.Ö. 645 yıllarında Anadolu’da rastlıyoruz. Gelişmiş değirmenlere M.Ö. 600 yıllarında rastlasak da; bundan yüzlerce yıl öncesinde elle çekilen küçük taş değirmenlerin varlığını da bir kenara not edelim. Değirmenlerde öğütülen tahıl, kahve vs gibi mahsuller işlenerek çeşitlilik kazanmış, takas sistemini hızlandırmıştır. Bu sayede mal paraların kullanımı daha da kolaylamıştır.
Değirmenler adeta mal paraların dönüşüm atölyeleri haline gelmiştir. İlk fabrikalar, hatta ilk merkez bankaları gibi çalıştırılmıştır. Bu dönemler için iktisat sistemi ve finansın başa baş çalıştırıldığı dönemlerdir, diyebiliriz. Rüzgar veya akarsu enerjisiyle ile çalıştırılan değirmenler, mahsulün farklı bir ürüne dönüşmesini sağlıyordu. Değirmenler; enerjiyle ürüne dönüştürülen mal paraların ilk mekanları olmuştur. Üstelik; akarsu ve rüzgardan elde edilen enerjinin herhangi bir bedeli olmadığından ek bir maliyet oluşturmuyordu. Tabi, yine de verilen hizmetin bir bedeli vardı. Ancak bu bedel, sadece işletme ve işgücü maliyeti kadardı. Bu maliyetler, günümüz para sistemlerindeki gibi kısır bir döngüye sebep olmuyordu. Zira; öğütülen çıktılar üzerindeki işlemin karşılığı olan iş görülebiliyordu. Çünkü; bu etki, işlenen mahsulün miktarı gibi, belli bir ölçü ve mizana tabiydi.
Bu dönemde paranın finansallaşma serüveninde bir yol ayrımına uğradığını görüyoruz. Medeniyetin, iktisadi açıdan, değirmen işletmeciliği ve kuyumculuk arasında tercihe zorlandığı dönemler…
Para sistemi bu iki fraksiyon arasında gidip geliyordu. İkisi de farklı birer ekol. İnsanlık; tıpkı romanda olduğu gibi değirmenlerle savaşmayı tercih etmiş, finans sistemini kuyumculuk üzerinden yapılandırmıştı. Günümüzün borca dayalı para medeniyeti, kuyum ekolünü temsilen dönüşerek yoluna devam etmektedir.
Yirmi birinci yüzyıl, bilişim ve teknolojiyi bir medeniyet olarak önümüze çıkardı. Günümüzde, ihtiyaçların giderilme şekli ve metodu dijital platformlara yönelmektedir. Gıda , oyun, eğlence, haber, eğitim, öğretim, TV, sinema, sanat vs. ihtiyaçlar; artık, teknoloji üzerinden karşılanıyor.
Bu aşamada para sistemi de aynı doğrultuda bir dönüşüm sürecine girmiş görünüyor. Para sisteminin gelişimine baktığımızda da yaşam tarzlarının oluşumu ile para sisteminin dönüşmesinin aynı paralellikte ilerlediğini görüyoruz. Sistem bu dönüşümün gerçekleşmesi için değer atfedilecek yeni enstrümanlar üretme ihtiyacı duyuyor. Tabi bu üretiler para olarak talep edilebilir ve ihtiyaçları giderebilir kabiliyette olacaktı.
- Zamanımızın, oluşan yaşam tarzlarımızın, yeni parasal üretisi; Kripto Paralar mıdır?
- Kadim değerlerimiz bu paraları nasıl değerlendiriyor?
- İktisadi ve dini açıdan yetkin kişi ve kurumlar bu paralar için ne diyor?
Bir sonraki yazımızda bu soruları cevaplandıralım.
…
Sadık USLU