Dünyanın her yerinde hemen hemen her türlü üretim tesisi var.
Tekstil sektörünü düşünün. Seri üretim ve gelişmiş makinelerle bir fabrika, çeşitli boyutlarda yüz binlerce takım elbise üretiyor.
Milyonlarca çift çorabı, elbiseyi veya herhangi bir eşyayı kısa zamanda üretebiliyor.
Aynı şekilde ev aletleri üreten fabrikalar her türlü ev aletlerinden kısa zamanda milyonlarca üretebiliyor.
Raf ömrü uzun gıdalar da aynı şekilde sürekli üretilebiliyor. Soğuk zinciri temin edilmiş gıdalar, binlerce kilometre ötelerde alıcı bulabiliyor.
İnşaat sektörünü ise anlatmama bile gerek yok. Artık üç ayda bir binanın neredeyse bütün işlemleri bitirilebiliyor.
Hatta bazı ülkeler, inşaat sektöründeki hızlarını bir prestij meselesi olarak da reklam ediyorlar.
Örneğin Çin, korona salgını esnasında 1000 yataklı bir hastaneyi 10 günde tamamlayarak büyük bir gösteride bulunmuştu.
Ekonomide mal ve hizmetlerin üretim-tüketim döngüsü çok önemlidir. Üretilen malların bir şekilde tüketilmesi gerekir.
Mallar tüketilince de yerine yenileri üretilip konulur.
Eskiden dayanıklı tüketim malları ve dayanıksız tüketim malları diye bir ayrım vardı.
Dayanıksız tüketim mallarının ömrü oldukça kısaydı. Onun için de sürekli üretilmeleri gerekiyordu.
Dolayısıyla, dayanıksız tüketim malları üretenler için istikrarlı bir pazardan bahsetmek mümkündü.
Dayanıksız tüketim malları üreticisiyseniz, malın tüketim döngüsü ile üretiminizi senkronize ettiğiniz müddetçe para akışında bir sorun yaşamazsınız.
Peki, dayanıklı tüketim malları üretenler ne yapacak?
Diyelim ki buzdolabı üreticisisiniz ve milyonlarca buzdolabı ürettiniz. Bütün evlere girdiniz.
Peki ya sonra?
Bir dolabın 20 yıl dayanabildiğini düşündüğümüzde elde var olan büyük üretim kapasiteli fabrikalar ne yapacak?
Sektörde çalışan o kadar insana ne olacak?
İşte bu soruları, dayanıklı tüketim mallarını seri üretenler, bir cin fikir ile çözüverdiler!
Önce şu soruyu tekrar düşündüler;
Biz, ürettiğimiz mallara neden dayanıklı tüketim malları diyoruz?
Çünkü ürettiğimiz mallar çok uzun süre fonksiyonlarını sorunsuz olarak icra ediyorlar da onun için.
Değiştirilmeleri veya atılmaları yılları alıyor. O halde yapmamız gereken şey, bu süre üzerinde yeniden düşünmektir.
Yeniden düşününce de yepyeni bir kavram geliştirdiler. O kavram da planlı eskitme kavramıdır.
Planlı eskitme, dayanıklı tüketim mallarının, dayanıksız tüketim malları hâline getirilmesidir.
Neticede üretici firmalar, ürünlerini daha dayanıksız olarak tasarlayıp üretmeye başladılar. Dolayısıyla da ürünlerin kullanım ömürleri kısaldı.
Teknolojik imkânların gelişmesiyle birlikte ürünlerin daha da dayanıklı olması beklenirken, günümüzde daha kısa ömürlü yüksek teknolojik ürünlerin sayısının gittikçe arttığına şahit oluyoruz.
İşte bunun sebebi planlı eskitmedir.
Bu kavramı seven üreticiler, konu üzerinde daha da nitelikli olarak çalıştılar.
Bu çerçevede hem ürünlerin fonksiyonlarını eskittiler hem de bizzat kendilerini.
Belki malzemelerin eskitilmesi çok çabuk tepki çeker ve müşteri kaybına yol açabilirdi.
Bunun önüne geçmek için fonksiyonların eskitilmesi ile işe başlandı.
Ürünlerin fonksiyonları geliştirilerek sürekli bir üst model çıkarılmaya başlandı.
Markalar tarafından tüketicilere, ellerindeki ürünün eksik ve yetersiz olduğu hissi verildi.
Artık özellikle teknoloji geliştiren firmalar uzun dönemde piyasaya sürecekleri ürünleri önceden tasarlamakta ve en düşük özellikleri ile birlikte satışa sunmaktadırlar.
Daha sonra aynı ürünü, her seferinde fonksiyonlarını artırarak piyasaya sunmaya devam etmektedirler.
Böylece piyasaya sürülen her yeni üründen bir önceki ürün daha vasıfsız, yeni ihtiyaçları karşılamaktan daha yoksun ve daha demode olmaktadır.
Son model olanının sanki bir ihtiyaçmış gibi pazarlanarak satın alınması sağlanmaktadır.
Planlı eskitme, aynı zamanda, yerel üreticileri dev firmaların esiri hâline getirdi.
Seri üretim ile baş edemeyip çoğu battı. Örneğin bir takım elbiseyi bir haftada diken bir terzinin, onu en az 3,000 liraya satması gerekir ki ayakta kalabilsin.
Lakin siz 3,000 liraya seri üretim 10 takım elbise satın alabilirsiniz. Bu durumda o terzinin üreterek iş hayatında kalabilmesi mümkün değildir.
Dolayısıyla bu şekilde para da bir avuç zenginin arasında dolaşan bir devlet haline dönüştü.
İşte bütün bu ve benzeri sıkıntılar çok değişik platformlarda gündeme getiriliyor. Ancak gündeme geldiği ile kalıyor.
Kişisel veya kurumsal gayretler neticesinde bazı konularda iyileştirme olsa da bu iyileştirme bir müddet sonra ekonomi sistemi içerisinde etkisini kaybediyor.
Aslında tüm bunların sebebini sistemin temel kurgusunda aramak gerekiyor.
Temel paradigmasında yani değersayımında aramak gerekiyor.
İsterseniz geçmiş ekonomi eleştirilerinden bir rapor okuyun. Bundan kırk elli yıl öncesinde yazılan bir rapor olsun.
Sadece rakamları değiştirerek aynı cümlelerin bugün dahi geçerli olduğunu görürsünüz.
İşte bu bize, yaklaşık yetmiş yıldır süregelen temel ekonomi kurgusunun yanlış olduğunu gösterir.
Temel değersayım değişmeden yapacağımız eleştiriler sadece rakamların değişmesi için yapılmış eleştirilerden ibaret olur.
Faydalı mıdır?
Evet, faydalıdır.
Ancak neredeyse bir asırdır aynı eleştiriler yapılıyorsa, sorun rakamlarda değil kurgudadır.
Kurgu yani sistem değişmelidir.
…
Prof. Dr. Mete Gündoğan