Müslüman ilim adamı, “Allah’ım, bizi alıştırarak sıradanlaştırma”, diye dua edermiş.
Bu, hikmetli olduğu kadar, kolay anlaşılabilir bir dua değildir. Ama güzel. Alim olanın duasıysa hele, çok daha manidardır. Ve söz konusu o hikmet aranır, aranmalıdır.
İslamın güzelliklerinin ve insan olma erdeminin farkına varamayanlar, ortak kabul olarak gördükleri menfi tahakküme tâbi yaşarlar. Bir kısım bunu bilerek tercih ederken, bir kısım insan da menfaatine uygun gördüğü için bu hayat tarzına göz yumar. Böylece; zamanla monoton yaşam biçimleri türer. Monotonluk; gözleri varken görmemek, dili varken susmak, kulakları varken de duymama işlevsizliğine sebebiyet verir. Çarpıklaşan bir anlayış gelişir ve bu anlayış o toplumun ortak kültürü halinde süreklilik arz eder. Ne insani, ne de İslami olan bu yaşam biçimi tüm toplumu kuşatan bir cendereye dönüşür. Artık; insani ve İslami değerler baskılanma, ezilme ve son raddeye dek sıkılmaktadır.
…
Sıradanlaşmak, vasat olmak demek değildir. Belli bir standartta kalmak demektir. Sanayi devrimi sonrası gelişen standardizasyon kapsamında; âdeta, ürünleşmek gibi anlaşılabilir. Belli bir kivamda tutulmak, ölçütlerinin bir kesim tarafından ya da ortam gereği belirlendiği, insansı bir durumdur, diyebiliriz. Kaba ifadeyle, güdülmeye hazır çıktılar oluşturulmaktadır.
Postmodernizm, 1960’lı yıllardan sonra fark edilmiş, ilk zamanlar felsefi bir bakışa dönüşmüştür. Mimarlık ve edebiyat alanlarında başlamış ve nihayetinde anlam bilimine dek sirayet etmiştir. Konu, özü bakımından kelime anlam biliminde oluşturduğu değişiklikler üzerinden, toplumu şartlara göre şekillendirici yönüyle etkilemektedir.
Postmodernizmin kökü: İletişim, kentleşme ve anlambilim
Anlam; korunma gayreti olmadıkça, her iletişim sonucu sürekli değişime uğrama eğilimindedir. Bir olayın, başka bir bilince aktarımı söz dizimine (cümlelere) muhtaçtır. Söz diziminin karşı taraftaki algısal çıktısı, sizin zihninizdeki olayın özünü tam olarak yansıtamaz. Bu silsile, bu şekilde zaman ve iletim sıklığı sonucu eski anlamların ölümüne, yeni postmodern anlamların doğumuna neden olur. İnsan zihninin dahil olduğu her olgu bu tarz anlam değişimlerine neden olur. Anlam aralıklarında insanların içinde bulundukları koşullar derecesinde farklılıklar oluşur. İletim ve iletişim trafiği arttıkça ilk anlamlar sürekli dönüşerek yerini yeni anlamlara bırakır.
Ölüm ve doğum dışındaki tüm kavramlar değişime uğrar. Çünkü; zihin ölüm ötesi ve doğum öncesiyle ilgili bir deneyime sahip değildir.
…
İlk insandan günümüze yeryüzünün dengeli paylaşımı ile sağlıklı bir iktisadi döngünün yanı sıra, anlam da muhafaza edilebiliyordu. Kavramlar, her alanda özünü koruyabiliyordu. Kentleşme ile birlikte kavramlarda da artış ve kısmen değişim süreci başlamıştır. Kentleşme, tarımsal şartların dışında yeni bir yaşam tarzını ortaya çıkarmıştır. Zira; farklı şartlar farklı sonuçlar doğuruyordu.
Kentleşmenin yanı sıra iletişim kabiliyetleri de gelişiyordu. Zira; kentlilikle yakınlaşan yaşamlar, kelimeler ve anlamlar üzerinde etkin oluyordu. Her kelimenin hikayesi, farklılaşan mecralar ve iletişim sıklığıyla birlikte katmanlaşarak değişiyordu.
İçinde bulunduğumuz iletişim çağı, bu katsayıyı maksimize etmiştir. Böylece; postmodern süreç her an katlanarak devam etmektedir. Gerçeklik algısı iyice soyutlasmakta, hakikatin önüne engel teşkil etmektedir.
Buna rağmen; günümüzdeki bazı araştırmacı ve bilim adamlarının postmodernizme karşı bir duruş sergilediğini de görüyoruz. Gerek dinimize, gerekse diğer dinlere mensup araştırmacılar da aynı postmodern olguya muhalif gibiler. Ancak, ellerinden bir şey gelmiyor. Bu durum, aslen bir felsefe, bir ideoloji de değildir. Bir olgudur ve muhalifler de dahil, herkesçe benimsenen bir yaşam tarzına dönmüştür. İnsanlar, yaşam rutinleri ve genel kabulleri gereği, kendi ürettikleri postmodern etkiye maruz kalıyor, dahası buna çare üretemiyorlar. Tabiri caizse, bir yandan postmodernizme muhalif olurken, diğer yandan aynı derecede katkı sunuyorlar. Başında fötr şapka, boynunda fular, hatta kravatlarıyla oluşturmaya çalıştıkları yeni anlam üretme gayretleriyle duruma ne kadar çare sunabilirdi ki? Açıkçası, entelektüeller de bu cendereden nasıl çıkacaklarını bilmiyorlar. Ya da tam olarak böyle bir dertleri yoktur, denilebilir.
Alimlerin duasının kabulü müydü, acep?
“Alışkanlıkların sıradanlaştırdığı yaşam formlarının içerisinden bizi kurtar. Bizi cezalandırma”, duası; söze gelmez, iflah olmaz bir toplumdaki “kaht-ı rical” halin bir göstergesi miydi yoksa!
Alimlerin, bilginlerin olmaması, sayılarının az ya da kıymetinin bilinmemesi de toplumlara inen musibetlerden biridir. Allah insanlığı alıştıra alıştıra mı cezalandırıyor?
Bilemiyoruz. Bireyciliğin tavan yaptığı, ahlakın, dinin, diyanetin gözetilmediği bir dünyada, değil varlığın korunabilmesi; soyut anlamlar da kavramlar da yara almaya devam ediyor.
Sadık USLU