Günümüz ekonomisinde iki temel sorun ile karşı karşıyayız.
Bunlardan biri adil bölüşüm diğeri ise insan haklarının tam olarak güvence altına alınmasıdır. Çağdaş ekonominin sorunu olarak öncelikle ‘Bölüşümde Adalet’i tespit ettikten sonra, temel insan haklarını da mutlaka ortaya koymamız gerekir. Çünkü bölüşümden pay alacak olan insanın kendisidir.
Pekiyi, insanların en temel hakları nelerdir?
Bunları şu beş başlık altında toplayabiliriz;
(1) Yaşama hakkı,
(2) Aklın korunması hakkı,
(3) Neslin korunması hakkı,
(4) İnancın korunması hakkı ve
(5) Mülkün korunması hakkıdır.
Bunlar, her insanın doğuştan sahip olduğu haklardır.
Bu hakları bir insanın kendisi her zaman tek başına koruyamaz. Bu hakları içinde bulunduğumuz sistemin koruması gerekir. Sistem de zaten bunun için vardır. Yani insan için vardır.
Şimdi, bu haklara kısa kısa birkaç örnek verelim.
Her insanın yaşama hakkı vardır. Sokaklarda kimsesiz bir şekilde “yaşama” ile villada kurulup “yaşama” arasında elbette fark vardır. Sistem, bu farkı giderecek ekonomik tedbirler almak zorundadır çünkü bunun için vardır. İdareciler; “Eh n’apalım o da iş bulsun çalışsın, olmazsa taşın suyunu sıkıp içsin” diyemez. Örneğin, dünyaya gelen bir çocuk “önlenebilir” bir hastalıktan maddi imkânları olmadığı için ölürse bunun vebali idarecilerin üzerinedir. İdareciler, sistemi insanların yaşama hakkını güvence altına alacak şekilde kurgulamak için vardır. Bunu yapamayan orada durmamalıdır.
Aklın korunması hakkı, kaliteli bir eğitim verilmesi ve kültürel faaliyetlerin desteklenmesi ile olur. Bu işler için ciddi paralar ayrılması gerekir. Sağlıklı ve akıllı nesiller ile ancak geleceğimizi güvence altına alabiliriz. Sistem bunu temin edecek şekilde düzenlenmelidir.
Neslin korunması hakkı, ailenin korunması ile doğrudan ilgilidir. Bugün, binlerce insan ekonomik sebeplerle aile yaşamlarına son vermek zorunda kalıyorlar. On binlerce çocuk başıboş olarak yetişiyor ve yaşıyor. “Çok şükür biz iyiyiz” deyip geçmek sorunu çözmez. İdarecilerin bu sorunu çözecek sistemi oluşturması gerekiyor.
İnancın korunması hakkı, inancın kaynaklarının korunması hakkını, inandığı gibi yaşama hakkını, inancı doğrultusunda örgütlenme hakkını, inancını öğrenme/geliştirme hakkını ve inancını kendinden sonrakilere aktarma hakkını içerir. Bütün bunların yapılabileceği sosyo-ekonomik ortamın oluşturulması işi de sistemin görevlerindendir.
Mülkün en güzel bir şekilde korunması hakkının yanı sıra, insanların ortak mülkü olan yerlerin de en güzel bir şekilde korunması ve geliştirilmesi de sistemin görevlerindendir. Bir sistem, insanların ortak mülkünün bir avuç insana aktarılmasına mani olamıyorsa o sistemin son kullanma tarihi geçmiştir.
İşte, burada beş başlık altında özetle bahsettiğimiz insan haklarını teminat altına alacak olan bir sistem olması ya da oluşturulması gerekir. Böyle bir sistemin oluşturulmasının ve yürütülmesinin güvencesi idarecilere aittir. İdareciler bu görevlerini yerine getirmezlerse vatandaşlar zamanla sistemin kölesi haline gelirler. Daha da acısı, bozuk sistemin beslemelerinin kölesi haline gelirler.
Şimdi bütün bunları ifade ettikten ya da kabul ettikten sonra söylenecek olan söz şudur.
Adil Bölüşüm, bir sistemin yapması gereken en asgari iş ve insanların sahip olması gereken en temel haktır. Bir kısım insanların eline, fakire sadaka verir gibi, biraz nimet tutuşturup, “hadi bakalım bölüşümden size bu pay düştü” demekle olmaz. Bu bir sistem işidir, her şeyin matematik bir berraklıkta ortaya konulup çözülmesi gerekir.
Analarının karnından hür olarak doğan insanların, sistem tarafından köleleştirilmesi asla kabul edilebilir bir durum değildir.
Ya bir yol bulunmalı ya da yeni bir yol açılmalı ama mutlaka bu ülkenin refahından her insan adil bir şekilde payını almalıdır.
Selam ve Sevgilerimle…
Prof. Dr. Mete Gündoğan