Dervişe sormuşlar, “En değerli şey nedir? ”,”Nasihattir”, demiş. “Ya en değersiz şey nedir?”, diye devam etmişler. “Yine Nasihattir”, demiş…
…
Evet, nasıl olur?
Öyle ya, nasihat tutulmazsa; değeri de bilinmez. Dolayısıyla; değerin ölçülebilirliği de tecrübe edilemez hale gelir. Gerek bizim gibi İslam toplumları; gerekse diğer toplumlar, bilimsellik, demokrasi, laiklik ve liberalizm gibi iddialarıyla çoğu insani değeri ötelediler. Sağlığı mala, malı ekonomiye, ekonomiyi finansa, finansı da insanlığın geçimini sağladığı rızkına dayadı, düğümlediler. İşte, bir avuç insanın kontrolüne teslim edilen ekonomik döngüyü böyle kurguladılar. Bırakın dervişi, Kuran’ın nasihatinden yüz çevirdiler. Bu silsile üzerinden Allah (c.c.)’nin devamlı rızık veren sıfatına muhalif, ikinci bir ajanda icat ettiler. Adına; “evrensel iktisat kuralları”, “kapital ekonomi sistemi” dediler sonra…
…
Geçen hafta, pandeminin en etkili olduğu ülkelerden İtalya’da, bir sağlık görevlisinin, doktor olan kız arkadaşını “kendisine virüs bulaştırdığı gerekçesiyle” boğarak öldürdüğünü okumuştuk. Bu olay, ilk koronavirüs cinayeti olarak kayıtlara geçti.
İçinde bulunduğumuz bu zor süreç, bize koronavirüs pandemisinin, tüm dünyayı tehdit eden yanının, sadece sağlıkla ilgili olmadığının ip uçlarını fazlasıyla veriyordu. Benzer sosyal olaylar da devam edecek, görünüyor. Bu aşamada tıp doktorların yanı sıra psikoloji ve diğer sosyal alanlarda destek verecek profesyonellere ihtiyaç duyuluyor. Özellikle; doktorlarımız ve sağlık çalışanlarımızın moral motivasyonunun yüksek tutulması, sağlık sisteminin ayakta kalması bakımından oldukça önem arz ediyor. Psikolog, sosyolog ve diğer sosyal bilimci kadrolar, sağlık sistemini ve toplum psikolojisini kompanse edecek şekilde çalışmalara dahil edilmelidir.
Devletimiz, süreci başından bu yana hassasiyetle yönetmeye çalışıyor. Sağlık ve ekonomik faaliyetleri belli dengede en az hasarla yürütebilmenin çabası içerisinde. Sokağa çıkma kısıtlamalarını da aynı ölçüde kademe kademe gerçekleştiriyor. İş hayatını felce uğratmadan, bireyler arasındaki fiziksel mesafeyi en aza indirgeyecek şekilde, destekleyici karar ve yaptırımlarla trafiği kontrol etmeye çalışıyor. Bir yandan da; ticari faaliyetleri aksayan ya da faaliyetini durduran işyerlerine kamu bankaları aracılığıyla finans kaynağı arıyor. Kamu bankaları ile başlatılan kredi verme sürecine özel bankalar da büyük oranda katılıyor. Özellikle; istihdamda bir azalma olmaması için işverenlere kredi verileceği taahhüdünde bulunuyor. Bu çalışmalar, insanların bu süreci geçirebilmeleri için yeterli finans kaynağını sağlamayı amaçlayan; ancak, borç artı faiz şeklinde, tekrar toplumun üzerine yük olarak dönecek geçici çözümlerdir.
Esasen finansal sistemin çözümüne yönelik, henüz, doktriner bir yaklaşım göremiyoruz. Hala kapitalizme köle yetiştirmenin telaşesinde çözümlerle uğraşıyoruz. Bu yollarla korona süreci ve sonrası dünyanın yaşayacağı finansal buhrana kendi adımıza çare bulmamız, sonuç üretmemiz, elbette mümkün değildir.
Dolayısıyla; gerek siyasilerin, gerekse bürokratların finansal alanda yürüme kabiliyetleri de olası görünmüyor. Tam da bu noktada Cumhurbaşkanımız’ın ekonominin, paradan, borsadan, faizden ibaret olmadığına dikkat çektiği söylemlerini önemsemeliyiz. İnşallah pandemi şokunu atlattıktan sonraki süreçte, devletimiz gerekli adımları atacak ve yeni bir iktisadi anlayışı ortaya koyacaktır.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan; “Yaşadığımız Koronavirüs salgınının ardından dünyada hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı açıkça görünüyor. Diğer ülkelerin ve insanların sırtından kendilerine sahte bir dünya kuranların devri artık bitiyor. Ekonominin; sadece paradan, borsadan, faizden, spekülatif araçlardan ibaret bulunmadığı, asıl olanın yeterli üretim ve adil dağılım olduğu bir daha ortaya çıkmıştır” , sözleri koronavirüs sonrası dönem için umut aşılamıştır.
Toplum, koronavirüs musibetinden sonra, sosyal, ekonomik ve iktisadi yapımızın, artık; küresel sistemin sömürü çarkına hizmet etmesini istemiyor. 2023 Türkiye vizyonunu, doktriner, hakka dayalı, yepyeni bir paradigmayla inşa edecek devletini görmek istiyor. İnşallah bunu başaracak müktesebata sahibiz.
İçinde bulunduğumuz bu zorlu süreçte; alınması muhtemel daha ileri tedbirlerle birlikte, tamamlayıcı yöntemler kullanılarak proaktif çözümlerin üretilme imkanı da vardır. Seri bir şekilde tarıma dayalı malların temin edilmesi sağlanabilir. Tarım, temel ihtiyaçlarımızın neredeyse tamamını kapsıyor. Bu malların üretimi ve mevcut stoklarımızın ihtiyaten elde tutulması elzemdir. Gıda ürünlerinin ihracatı mümkün olduğunca ertelenebilir. Çünkü; gıda, giyim ve barınma ihtiyacı olmazsa olmaz temel ihtiyaçlardır. İnsanlık bu üç temel ihtiyaç üzerinden, yıllardır finans elitlere mahkum edilmiştir.
Ülkemizde barınma ihtiyacını karşılayacak konut vb. yapılar fazlasıyla vardır. Tekstilde de ithal edilen malzemeler minimize edilerek, etkin ve planlı üretim seçenekleriyle iyi bir pozisyona gelebiliriz. İthalata dayalı, sentetik ağırlıklı ürünlerden vazgeçerek, hızla tarım ve hayvancılığa dayalı üretim mekanizmalarını harekete geçirmeliyiz. Tekstil ürünlerinin imalatında; daha çok pamuk, kenevir, yün ve tiftik kullanılacak şekilde üretim faktörlerini güncellemeliyiz.
Sonuç olarak;
Cumhurbaşkanının işaret ettiği, bazı mal ve hizmetleri kapsayan sektörlerle ilgili “Tekalifi Milliye Emirleri” vurgusunu anlamlı buluyorum. Bu ifadeden hareketle, tarım arazilerinin ekimi konusunda, tam kapasite üretim seferberliği ilanını, boş araziler içinse; aynı hassasiyette mukabele edilmesini, yakın gelecek için hayati derecede gerekli görüyorum.
Sadık USLU