Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)
Değerli Dostlarım, kıymetli arkadaşlarım;
Yeni Dünya Düzeni (YDD) ve Firavunlar serimizin birincisinde genel bir giriş yapıp zihniyet mücadelesinin temellerini anlatmıştık.
Kısaca hatırlatırsak demiştik ki bugünkü Batı medeniyeti Roma medeniyetine, Roma Medeniyeti eski Yunan Medeniyetine, Eski Yunan Medeniyeti de Eski Mısır yani Firavunlar medeniyetine dayanır. Firavunlar medeniyetinin sahip olduğu zihniyet kaba kuvveti, çoğunlukçuluğu, ayrıcalığı ve menfaati üstün tutar. Bütün dünyayı yeniden tanzim etme, düzenleme, gayreti içerisindedir.
İşte bugün insanlığın önüne getirilen Yeni Dünya Düzeni süreci de bu zihniyetin 5-6 bin yıllık sürecinin günümüzdeki izdüşümüdür. Bir tarafta kuvveti üstün tutan Firavunlar zihniyeti, karşısında da bütün peygamberlerin önderliğini yaptığı hakkı üstün tutan zihniyet. İşte mücadele ekseni ve günümüz izdüşümü budur.
Bugün Yeni Dünya Düzeni için Firavun zihniyetinin bölgemizde başlattığı son operasyona jenerik olarak Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) diyebiliriz. Bu proje çerçevesinde hem Siyonistleri hem de Haçlıları birlikte kullanabilmektedir. Zaman zaman birini, bazen de diğerini öne çıkarabilmektedir. Aziz milletimizin bu hamleyi çok iyi anlaması ve kendi bekası için çok yakından takip etmesi gerekir. Çünkü bütün hesaplar bizim yurdumuza yönelik olarak yapılmaktadır.
- Pekiyi Büyük Ortadoğu Projesi nedir?
- Bu proje kapsamında mütalaa edebileceğimiz çalışmalar, gelişmeler ya da hareketler nelerdir?
- Bölgede ne gibi yumuşatma operasyonları yapılıyor?
- Hangi alanlar, kapsama alanları içerisinde?
İşte şimdi bunlardan bahsedeceğiz.
Değerli dostlarım… Hepiniz fark etmişsinizdir. Milletçe bir savaşa hazırlandırılıyoruz. Yapılan televizyon dizileri, filmler, açıklamalar, kitaplar, yorumlar ve sosyal medya hezeyanları hep bu hazırlığın bir parçası. Peki bu hazırlığı bize kim ne için yaptırtıyor?!
Aslına bakarsak, bu hazırlığı bizim derin aklımız değil firavun zihniyeti yapmaktadır. Bu zihniyet bizi bir araç olarak kullanmak istemektedir. Kendi amacına ulaşırken bizi de tüketmek eğilimindedir.
Firavun zihniyeti 7 eksende bölgemize operasyon çekiyor. Yani 7 ayrı proje yürütmektedir. İşte bunların tamamına biz jenerik olarak Büyük Orta Doğu Projesi diyebiliriz. Bunları tamamladığı zaman amacına ulaşacağına ve Kudüs merkezli tek bir dünya devleti oluşturacağına inanmaktadır. Bu onların inancıdır.
Böylelikle BOP 21. yüzyılda İslam Dünyası siyasal coğrafyasının yeniden şekilleneceği bir yol haritasına dönüştürülmüştür.
Bugün efendim BOP rafa kaldırıldı bitti yok böyle bir şey vs deniyor. Aslında biten onların açıktan söyleme çabalarıdır. Bize ve coğrafyamıza yönelik arzu ve istekleri ise bitmiş değildir. Bu sebeple de biz BOP’u bir jenerik veya bir sembol isim olarak bu söyleşilerimizde kullanmaya devam edeceğiz.
Pekiyi bu 7 operasyon alanı nedir ve neler yapılıyor? Şimdi sizlere özetle onları teker teker ifade edeceğim.
HARİTALAR DEĞİŞTİRİLİYOR
Bu fikir açıktan konuşulmaya başladığı zaman Büyük Ortadoğu’da 22 ülkenin haritasının değişeceği ifade edilmişti. Tabi bu zamana kadarki tecrübeleri temel olarak alırsak bu operasyonun 22 ülke ile sınırlı olacağına inanmak oldukça zordur. Çünkü, bölgede oluşturulacak sayısız küçük ve kontrol edilebilir devletlerden bir büyük ve gevşek federatif imparatorluk oluşturmaya çalıştıklarını anlıyoruz.
Tüm bu gelişmeler aynı zamanda bize küresel elitlerin bölgede büyük ve güçlü hiçbir devlet istemediğini gösteriyor. Dolayısıyla İran, Mısır ve Suudi Arabistan olduğu kadar Türkiye de BOP’un stratejik değişim hedefleri arasındadır.
Bir küçük hatırlatma!
Geçmişte bu İŞİD yeni çıkarıldığında bir iş makinesi kepçe ile Irak-Suriye sınırında bir yerde bir zemin düzleme işi gösterilmişti. Bu görüntünün altındaki haber şuydu: İŞİD Sykes-Picot anlaşması sınırlarını tanımayarak yeni bir devlet sınırı oluşturuyor!
Güler misin ağlar mısın! Bir kepçe ile yeni düzen mi kurulacak mış! Milletimizin zekâsıyla alay ediyorlar. İŞİD’in bir vekâlet savaşı yürüttüğünü bilmeyen yok! Yani biz bunu aslında nasıl anlamamız gerekiyor? Bölgede haritaları değiştiriyoruz. Yani bölge yeniden yapılandırılıyor.
Tabi bu küçücük örnek üzerinden bu hükme varmış değiliz. Bu küçücük örneği sadece bir hatırlatma sembolü olarak veriyorum.
Enerji Kaynakları Sahipliği El Değiştiriyor
Bölgede var olan petrol ve doğalgaz kaynakları sahipliği el değiştiriyor. Bölge petrol ve doğalgazının neredeyse %40’ına sahip olan Irak’ın kaynakları el değiştirdi. Bunun yanı sıra hatırlayalım Afganistan’da var olan zengin Uranyum yatakları sahipliği de el değiştirdi. Libya, Cezayir, Tunus, Mısır ve Suriye’de Arap Baharı ve sonrasında yaşananlar neticesinde bölgenin petrol ve doğalgaz kaynakları neredeyse tamamen finans kapitalin kontrolüne geçti.
Dahası, ilginç bir örnektir, düne kadar Kıbrıs açıklarında çok zengin doğalgaz ve petrol yatakları olduğundan kimse bahsetmiyordu. Bunlar bizim soydaşlarımızındır. Ama bugün bunlar yavaş yavaş ‘İsrail doğalgazı’olarak algılanmaya ve konuşulmaya başlandı. Bizim idarecilerimiz ise neredeyse bu doğal gazın boru hatları ile ülkemiz üzerinden Avrupa’ya satılmasına fit olmuş gözüküyorlar. Yani boru hattı geçirme kirasına fitiz! Allah akıl fikir versin. Umarım gerçekler bu görüntüden farklıdır ve biz yanılıyoruzdur.
Şimdi böyle giderse içinde bulunduğumuz yüzyılda bölge enerji kaynakları tamamen küresel elitlerin eline geçecektir. Dolayısıyla mal ve hizmet üretim maliyetlerinin önemli bir kısmını oluşturan enerji fiyatlarının da kontrolü bunların elinde olacaktır. Bu arada hatırlatalım ki biz, dışarıdan yıllık 60 milyar dolara yakın enerji hammaddesi satın alan bir ülkeyiz.
- Bu durumda, dünya pazarlarında nasıl rekabet edeceğiz? Edemeyiz.
- Bize söylenen nedir? Ucuz iş gücü ile rekabet edin!
Neticede bütün insanlar belli bir küresel rantiye sistemi içerisinde köle gibi çalışmak mecburiyetinde kalacaklardır.
Yine hatırlatayım içinde bulunduğumuz yüzyılda yeni enerji kaynaklarından biri (hidrojenin açığa çıkarılmasından elde edilecek enerji) de bor tuzlarıdır. Dünya bor tuzları rezervinin yaklaşık %75’i Türkiye’dedir. Ama biz şu anda hala böyle bir kaynağı ne endüstriyel olarak ne de enerji olarak değerlendirebilmekteyiz.
Yüksek Teknoloji Kontrol Altına Alınıyor
Bugün gerek Uluslararası Atom Ajansı ve gerekse diğer kuruluşlar vasıtasıyla bölgemizde yüksek ve ileri teknoloji kontrol altına alınıyor. Özellikle bölgemizde nükleer, biyolojik veya kimyasal (NBC) güç istenmiyor. Bu husustaki bütün kontroller ve baskılar bölge ülkeleri üzerine yapılırken, İsrail’e bu konuda hesap sorulmaması da oldukça manidardır. Türkiye dahil bölge ülkeleri bu konuda tamamen ablukaya alınmış gözükmektedir. Hatta bir adım daha ileri giderek Aselsan’daki mühendis ölümlerini de bu çerçevede mütalaa etmemiz gerektiğini de söyleyebiliriz.
Finans Kapitalizmi Yerleştiriliyor
Soğuk Savaş döneminde sanayi kapitalizmi ya da endüstriyel kapitalizm hakimdi. Çünkü o dönemde bu hakimiyeti sağlayabilecek olan bilimsel ve teknolojik gelişmeleri “kısıt” haline getirebilmek mümkündü.
Ancak birbiri ardına yaşanan gelişmeler neticesinde Soğuk Savaş Dönemi son bulurken bilimsel, teknik ve teknolojik gelişmeler de yavaş yavaş “kısıt” olmaktan çıkmıştır. Küresel elitler yeni bir döneme girilirken yeni bir “kısıt” oluşturmaya başlamışlardır. Bu yeni kısıt da finansman ya da en geniş ifadesiyle para olmuştur. Bunun için de hemen hemen her ülkeye bankacılık, merkez bankaları ve paranın serbest dolaşımı konusunda benzer adımlar attırarak önemli bir avantaj sağlamışlardır. Buna komple Borca Dayalı Para Sistemi (BDPS) diyoruz. Bir ülkeye BDPS yerleştirilince, o ülkede para otomatik olarak kısıt haline dönüşmektedir.
Atılan adımlar neticesinde bugün bir ülke her türlü imkana sahip olsa bile “para”sı yoksa hiçbirşey yapamaz haldedir. Burada “para”dan kasıt “yabancı para / Euro / dolar” dır. Onu elde etmeden kendi sınırları içerisindeki merkez bankası bile milli parasını rahat bir şekilde basamamaktadır. Parayı elde etmenin ise iki yolu vardır. Ya ihracat yapılacak ya da borç alınacaktır. Borç alınsa da neticede geri ödemeler için o ülkenin yine ihracata ihtiyacı olacaktır. Bu da sahip olduğu zenginlikleri birilerinin bastığı kağıt ile değiştirmesi demektir. Çok daha dramatik bir ifade ile bir kağıt vasıtasıyla sahip olduğu zenginlikleri birilerine aktarması demektir.
Böyle bir ekonomik sistem ne yerlidir ne de milli. Sistemin yani BDPS’nin kendisi değiştirilmediği müddetçe küresel finans kapitalin esaretinden kurtuluş yoktur.
Köleleştirme Düzeni, Küreselleşme Olarak Takdim Ediliyor
Günümüz mevcut dünyasında küreselleşme ya da globalizm doğal olarak varılacak bir sonuçtur. Bundan kaçınmak ya da buna karşı çıkmak pek anlamlı değildir. Bugün artık bilgi mal ve hizmetler için sınırlar neredeyse tamamen ortadan kalkmıştır. Dünya tek bir pazar haline gelmektedir.
Ancak buradaki sorun ya da itirazımız küreselleşmeye gidilip gidilemeyeceği noktasından ziyade, küreselleşmeye “nasıl” gidileceği sorunudur. Küresel elitler veya burada ifade ettiğimiz şekilde firavun zihniyeti gelişmekte olan ya da gelişmemiş ezilen ülkelerin üzerine basarak küreselleşmeye gitmek istemektedir. Yani bizleri merkep olarak kullanmak istemektedirler.
Bu duruma şöyle bir örnek vereyim. Eskiden kölelik dönemlerinde kölelerin taşıdıkları tahtlar olurmuş. “Efendiler” bu tahtların üzerine kurulur köleler de onları istedikleri yere götürürlermiş. Şimdi bir an bir “efendi”nin bu şekilde pazara gittiğini hayal edelim. Neticede hem efendi hem de köleler pazara gider. Ama hiç kimse, “köleler pazara gidiyor ya da köleler pazara gelmişler” demez. “Efendi pazara gidiyor ya da efendi pazara gelmiş” derler. İşte bugün küreselleşme adı altında yapılmak istenen iş buna benzer. Gelişmiş ileri ülkeler gelişmemiş olan ülkelerin tepesine binerek dünyayı küreselleşmeye götürüyorlar.
Neticede küreselleşme, ülkemiz ve bölgemiz için bir köleleştirme aracına dönüştürülmüştür. Bütçeleri ülkemiz bütçesinden bile büyük dev çok uluslu şirketlerin tüketici köleleri haline dönüştürülüyoruz.
Yenilmişlik Psikolojisi Aşılanıyor
Toplumumuza ve bölge insanlarına “yenilmişlik psikolojisi” aşılanıyor. Dolayısıyla bölgede yapılacak olan değişikliklere karşı oluşabilecek direnç tabanda kırılmaya çalışılıyor.
Bu psikolojik savaş en çok ülkemiz insanları üzerinde yürütülmektedir. Çünkü ülkemiz herhangi bir sömürgeci gücün çizmeleri altında ezilmemiş ve tam tersine İstiklal Savaşı ile adeta Osmanlı’nın küllerinden yeniden doğmuştur. Bölgedeki diğer ülkelerin ise hemen hemen tamamı değişik zamanlarda emperyalist güçlerin sömürgeleri olmuşlardır.
Bu yenilmişlik psikolojisi, “dışarıdan” beslenen çeşitli sivil toplum örgütlerinin yanısıra, “içeriden” özenle seçilen “işbirlikçiler” vasıtasıyla hızla toplumumuza empoze edilmeye çalışılıyor. Medya ve özellikle sosyal medya bu işte yoğun bir şekilde kullanılmaktadır.
İşte bütün bunlar ve çok daha fazlası, “yenilmişlik psikolojisi” aşılarıdır ve yoğun bir şekilde devam etmektedir. Örneğin, bugün finans sistemimizde yapısal değişim gerekir dediğimizde, önümüze konulan “dünya ne der?”, “bize bunu yaptırmazlar”, “tecrid oluruz” vb. gibi itirazlar bu psikolojinin ürünü olan itirazlardır. Hatta, terör faaliyetleri bile bu psikolojik savaşın önemli bir boyutu olarak icra edilmektedir.
İnanç Temelleri Değiştiriliyor
Bölgemiz İslam Coğrafyasının tam merkezini oluşturur. Farklı bir şekilde ifade edersek İslam Dünyası’nın vasatı’dır, ya da Osmanlı hinterlandıdır. Bugün bu bölge ikinci kez işgal tehditi ile karşı karşıyadır. Birinci işgalin sonucunda bu milletin önüne Sevr anlaşması konulmuştu. Ancak millet o anlaşmayı onaylamadı ve direnişe geçti. Direnişinin özünü vatan millet sancak (bayrak) sevgisi kısacası “inancı” oluşturuyordu. O zamanın mücadelelerinde bu anlattıklarımızı en iyi özetleyen ifade Churchill’in “Çanakkale’de bizi Türklerin teknolojik üstünlüğü ya da harb kabiliyeti değil inancı yendi” ifadesidir. Bu inancın değişmesi direnişin kırılması anlamına gelir.
İşte, bugün yapılmaya çalışılan işlerden biri de, Müslümanların inancının temellerini değiştirme çalışmasıdır. En geniş anlamıyla bu operasyon “Ilımlı İslam” ya da “Light İslam” operasyonu olarak ifade edilmekte ancak her mahfilde değişik kisveler ile karşımıza çıkmaktadır.
Örneğin geleneksel aile yapımız tahrip edilmektedir. Ülkemiz geleneksel aile yapısını tahrip eden televizyon dizi ve programları sayesinde kendi içimizdeki birlik ve bütünlük de yok olmaya başlamıştır. Artık içinde bir şekilde ‘homoluk’ veya çarpık aile ilişkileri olmayan bir dizi ya da program yok gibidir.
Aynı şekilde bugün misyonerlik faaliyetleri de bu operasyonların bir parçası olarak yürütülmektedir. Ülkemizde hiçbir Hristiyanın yaşamadığı yerlerde kilise açma çabalarını masum bir şekilde izah edememekteyiz.
Bütün bunların ötesinde, Firavun zihniyetinin en büyük operasyonu bölgemizde bir Sunni-Şii savaşı çıkartmaktır. İnancımız o şekilde evrilmeye çalışılıyor ki sonuçta, bölgemizde en büyük düşman olarak Siyonist – Haçlı kuvvetlerini değil, Şii unsurlarını görelim isteniyor. Bu oyuna maalesef bilerek ya da bilmeyerek çok sevdiğimiz bazı hocalarımızın da zaman zaman alet olduğuna şahit oluyor ve çok üzülüyoruz.
Şimdi toplu olarak özetlersek Firavun zihniyeti bölgemizde Kudüs merkezli Yeni bir Dünya Devleti, bir Dünya Düzeni kurmak için Ortadoğu merkezli bir proje yürütmektedir. Biz bu projeye jenerik olarak Büyük Ortadoğu Projesi diyoruz. Bu proje çerçevesinde;
- Haritalar değişiyor,
- Enerji kaynakları sahipliği el değiştiriyor,
- İleri teknoloji çalışmaları kontrol altına alınıyor,
- Finans kapital esareti yerleştiriliyor (borca dayalı para sistemi sayesinde),
- Küreselleşme adı altında yeni bir köle düzeni oluşturuluyor (Firavun zihniyeti !),
- Yenilmişlik psikolojisi aşılanıyor ve İnancımızın temelleri değiştiriliyor.
İşte bu 7 açıdan, bize bölgemizde bir operasyon çekiliyor.
Pekiyi bütün bunlar yapılırken, bu operasyonlar karşısında bölgemizde ne görüyoruz?
Ne yapılıyor? Haydi, Firavun zihniyeti bunları yapıyor da bizler bölgede ne yapıyoruz?
İşte bu ve bunlar gibi soruların cevabını oluşturacak anlatımlarımıza, bir sonraki söyleşimizde devam edeceğim inşallah.
Şimdilik bu kadar.
Her zaman olduğu gibi sözlerimi selam ile tamamlıyorum.
Selam ‘işittik ve sözün en güzeline uyduk’ diyenlerin üzerine olsun.
Hepinize sevgi ve saygılarımı arz ediyorum.
Allaha emanet olunuz.
Prof. Mete GÜNDOĞAN